16 Eylül 2024, Pazartesi

“Duygulardan çok düşüncelerin peşine takılıyorum”

2 Eylül 2024, Pazartesi 07:52

     


‘Gelemem Cezalıyım’ ve ‘Tesadüfi Tezahürler’ kitaplarının yazarı şair Ceren Avşar ile  şiiri, şairliğini ve yeni kitabı ‘Zihin İpleri’ hakkında konuştuk. İyi okumalar.

Bir şiirin başlangıcından tamamlanmasına kadar geçen süreç hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bu soruya her bir şiir için farklı farklı cevaplar vermem gerekir çünkü benim için her birinin süreci farklı işliyor ama yazdığım şiirlerde ortak olan şeylerden biri şu, ne zaman başlayacaklarını bilmesem de ne zaman biteceklerini biliyorum. Muhakkak başta kardeşimden ve başka aklına güvendiğim insanlardan şiiri okumalarını rica ediyorum. Geri dönüşlere hep açık oldum. Çok kıymet veriyorum hepsine. Bütün bunlardan sonra yeniden gözden geçirip son şeklini verip bir süre unutup yabancılaştıktan sonra son bir kez elden geçirip okura emanet ediyorum. 

Şiirlerinizi oluştururken hangi evrelerden geçiyorsunuz? Şiirlerinizde genellikle hangi temalar ve duygular ön plana çıkıyor? Bu temaları nasıl seçiyorsunuz? 

Ben kendi içinde yaşayan biriyim, şiir yazarken daha da içime dönüyorum. Sanki bir mağaradayım ve duvarlara yazıyorum. Şiir bitiyor, üzerinden zaman geçiyor, okurla buluşuyor, okuru o mağarada ağırlıyorum. Duvarlara bakıp, yazdıklarımı okuyup gidiyorlar. Yeniden bir şiir yazdığımda yine "Hoş geldiniz." diyeceğimi bilerek onları uğurluyorum.

Kendi içimde yaşadığımdan yazarken de kendimden yola çıkıyorum. "Kişisel olan politiktir." diye düşünerek, biraz benim, biraz tanıdığım, biraz tanımadığım ama hayatlarına tanıklık ettiğim kadınların deneyimlerinden yola çıkarak yazıyorum. Başlıca konum eril tahakküm, bununla yazarak mücadele ediyorum. Yazarken duygulardan çok düşüncelerin peşine takılıyorum. 

Gelemem Cezalıyım pis tırtıllara ithafla yayımlandı. Buradaki "tırtıl" Freudyen bir metafor, fallik obje, eril tahakkümün kitaptaki tezahürü. Bu yüzden kitapta şöyle bir şey geçiyor:

"Pis tırtıl kötü tırtıl yedi yaprakları kıtır kıtır 

-bazı yapraklar zehirlidir

bunu bütün kadınlar bilir-

Evet, bunu bütün kadınlar bilir. Keşke bilmemiz gerekmeseydi.

Yine Gelemem Cezalıyım'dan bir alıntı yapmak istiyorum:

Var bazı pis tırtıllar 

Bazı yapraklar zehirli

Pis tırtıl kötü tırtıl

Yedi zehirli yaprağı kıtır kıtır-

Bütün bunlar yaşanmadı 

Bütün bunlar yaşandı

Bütün bunlar yaşandı

-bütün bunlar yaşandı-

Bütün bunlar yaşandı

Bütün bunlar yaşandı ve

Sanmayın ki anlatmayacağım dedim diye

Anlatmayacağım

Elbette anlatacağım"

Sizi tanıyabilir miyiz? Sizi en iyi tarif eden üç kelime nedir?

O kadar zor ki benim için kendimi tanıtmak. Genelde yazan, yazmıyorsa da yazmak üzerine okuyan, düşünen biriyim. Şu sıralar, Zihin İpleri yeni yayımlanmış olmasına rağmen, bir novella ve bir şiir dosyası üzerine çalışıyorum. Çalışmadan durabilen biri değilim pek. Çok küçükken, sanırım okuma yazmayı yeni öğrendiğim zamanlarda bile yazmaya çalışıyordum. Şiir değil ama 90'ların etkisi ile şarkı sözleri yazıyordum o zamanlar. O yılların meşhur kokulu defterlerine yazdığımdan hepsi kayboldu gitti ama yazma isteği baki kaldı. 

Sanırım kendimi tanımakta ve tanıtmakta çektiğim güçlükten dolayı üç kelime ile tarif edemeyeceğim.

Geleneksel Türk şiiri ile modern şiir arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi şiirinizde bu iki alan arasında bir köprü kuruyor musunuz? Şiirin günümüzdeki toplumsal rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Geleneksel şiir ya da modern şiir gibi tarihsel ayrımlar yapmaktan kaçınıyorum. Bambaşka zamanlarda yaşamış, bambaşka yerlerde şiirler yazmış etkilendiğim o kadar çok isim var ki. 

Hiç unutmam, on yaşındayım. Ortaokul yeni başlamış. Türkçe dersinde şiirler okuyoruz. Konu Karacaoğlan. Çocuk aklımla "Güzel ne güzel olmuşsun / Görülmeyi görülmeyi." diye söyleniyorum içimden. Öyle büyük bir hayranlık duyuyorum ilk andan. Okul kitabındaki şiirleri şiir defterime geçiriyorum. Öncesinde şiir pek yok sanırım hayatımda. Bir süre sonra şiir defterim kendi "şiirlerimi" yazmaya çalıştığım bir alan haline geliyor. Okulda başka isimler öğreniyorum, defter de her geçen gün kalabalıklaşıyor. Kimi okusam onun gibi yazmaya çalışıyorum. Kitabevlerinde genelde şiir bölümlerinde almaya başlıyorum soluğu. Okudukça bir yılgınlık geldiğini hatırlıyorum, "Her şeyi yazmışlar, ne de güzel yazmışlar." diye düşündüğümü, "ben nasıl yazacağım şimdi?" telaşımı. Sonrası bütün o hayranlıkla okuduğum herkesi unutup kendi sesimi arama çabası. Bir köprü değil belki ama hafıza meselesi. 

O günden bugüne okuduğum şairler de kalabalıklaştı elbette. Günümüz şiirinde özellikle kadın şairler hayran bıraktı beni kendine. Meltem Ahıska, Gonca Özmen, Miray Çakıroğlu ve daha ne çok isim iyi ki varlar ve iyi ki yazıyorlar.

Şiirin toplumsal bir rolü var mı günümüzde bilemiyorum ama daha önce de dediğim gibi, "Kişisel olan politiktir." Genelde kendi hayatıma yaslanarak kadına şiddeti anlatmaya çalışıyorum. Kolun kırılıp yen içinde kalmadığı bir dünya hayal ederek yapıyorum bunu. Kişisel olandan yola çıkıp ister istemez toplumsal olana değiniyorum ama biraz önce de dediğim gibi şiirin bir toplumsal görevi var mı bilmeden, bunu kişisel meselem olarak düşünüyorum.

Şair olarak sizi en çok etkileyen isimler kimlerdir? Bu isimlerin şiir anlayışınıza etkisi nasıl olmuştur?

Aslında bu soruya az önce biraz cevap vermiş oldum. Hem Karacaoğlan'dan hem Ahmed Arif'ten; hem Edip Cansever'den hem William Blake'ten etkilenmiş biriyim ama hayranlık duyduğum şairler hep kadınlar oldu. Kadın şairlere hayranlığımı hep şu anımla anlatırım, yeri gelmişken yine anlatmak istiyorum. Ben yazdıklarını hep kendine saklayan biriydim. Kendi içinde mutlu yaşayan, sürekli yazan ama yazdıklarını asla çok yakınları dışında kimseyle paylaşmayan biri. 

Yıl 2009, kardeşim bir gün Kaos GL Kadın Kadına Öykü Yarışmasının duyurusunu gönderdi. Konu "Ütopyam"

Gözüm onur jüri üyesine takıldı: Birhan Keskin. Nasıl hayranım şiirlerine anlatamam. Dedim ki kendi kendime, "Ceren, fırsat bu fırsat. Katıl yarışmaya, kazanırsan, ödülü almaya gidince Birhan Keskin'le de tanışırsın."

Bu motivasyonla bir öykü tamamlayıp, heyecanla gönderip beklemeye başladım. Sonra bir gün o tatlı haberi aldım. Öyküm SOBE, yarışmada ikinci olmuştu. Nasıl bir mutluluktu anlatamam. Ankara'ya ödülü almaya gittim. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi fakat Birhan Keskin maalesef ödül törenine katılamadı. Katılamadı belki ama ben onun verdiği cesaretle yazdıklarımı paylaşabilen biri oldum. Kadın şairler, sadece şiir anlayışıma etki etmedi, beni yazma konusunda cesaretlendirdiler de. İyi ki varlar, iyi ki yazıyorlar. Birhan Keskin'e ve tabii ki Kaos GL'ye bu vesile ile tekrar teşekkür etmiş olayım ve yine Birhan Keskin'den bir alıntı bırakayım:

"Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. 

Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!"

Şiir, size göre bir anlam arayışı mı, yoksa anlam yaratma süreci mi? Bu bağlamda, şiirlerinizle ne tür bir anlam dünyası kuruyorsunuz? 

Anlam deyince ben edebiyattan çok ruh bilimine yaklaşıyorum düşünsel olarak. 

Anlama dair söylenmiş binlerce söz içinde ise ilk aklıma gelen Frankl'ın şu cümlesi oluyor: 

"Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak acıda bir anlam bulmaktır."

Şiir de galiba bu bulunan anlamı aktarmam için bir vesile. Anlamı aramıyor ya da yaratmıyor bence ama anlam değiş tokuşu yapıyor kişiler arasında. Okur ve şair arasında bir anlam köprüsü. 

Kitaplarınız "Tesadüfi Tezahürler" ve "Gelemem Cezalıyım" arasında tematik ya da yapısal bir bağlantı var mı? 

Evet var. İkisi de eril tahakküm ile mücadelemi anlatıyor ve ikisi de uzunca tek bir şiirden oluşuyor. 

Kitaplarınızın dil ve üslup özellikleri oldukça özgün. Bu dili yaratırken nelere dikkat ediyorsunuz? Özellikle ilham aldığınız bir dil veya üslup var mı? 

Öncelikle teşekkür ederim. 

Dili yaratırken dikkat ettiğim şey şu, derine doğru kazmak. Bir fikri ifade ederken ilk aklıma gelen ne yazmak oluyor önce gözümü buna dikiyorum. Sonra bu ilk ifadenin gerçekten de ilk akla gelecek ifade olduğunu fark ediyorum. Başka nasıl anlatabilirim diye düşünüp araştırıyorum. Yeniden yazıyor, yeniden düşünüyor, silip yeniden yazıyorum. Ta ki kendi sesimi duyana kadar. Başlangıçta bu çok zordu benim için. Dedim ya her şey yazılmış, pek de güzel yazılmış ama "Ne yapayım yani, vaz mı geçeyim?" diye düşünüp kendi sesimi aradım. Hala da aramaya devam ediyorum. Şiirin bitmek bilmez bir keşif alanı olduğunu düşünüyorum. Bütün bunları herhangi bir ilhamla yapmıyor, ilhama değil çok çalışmaya inanıyorum. 

Son kitabınız ‘Zihin İpleri’ okuyucuyla buluştu. Şiir okuyucusunu ne bekliyor mısralarınızda? Ne söylemek istersiniz ‘Zihin İpleri’ hakkında?

Zihin İpleri, Orlando Art Yayınları tarafından okuyucuyla buluştu.

Tek şiirden oluşan küçücük bir kitap. Bir psikiyatri servisinde geçiyor. Bu şiiri yazmama Camille Claduel'e olan sevgim sebep oldu. Camille Claudel Rodin'in önce öğrencisi sonra sevgilisi olur. Başta onun sanatından çok etkilense de bir süre sonra eserleri Rodin'den bağımsız baş yapıt olarak değer görür. Ben bir dahi olduğunu düşünüyorum. Rodin Camille'in başarısını hazmedemez, onu rakibi olarak görür, zorbalıkları başlar ve Camille, Rodin'le bağını koparır. Etrafına Rodin'in fikirlerini çalacağını söylemeye başlar. Bir başka korkusu ise Rodin'in onu öldürmesidir. Bütün bunlar üzerine kardeşi Paul tarafından akıl hastanesine kapatılır. Yıllarını orada geçirir ve maalesef hayata gözlerini orada yumar. Ben Camille'in bu hikayesini öğrendiğim günden beri aşamıyorum. Arkamda bırakamıyorum. 

Beni heykelleri ve yaşam öyküsü kadar derinden etkilemiş olan bir şey de şu mektubu:

"Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi." 

Yersiz yurtsuz bırakılmış bir kadının haklı isyanı bu mektup. 

Gelemem Cezalıyım'da şu dizeler var, bence Camille'in ve çoğumuzun hikayesini özetliyor:

"erkekler delirir kadınlar delirtilir 

bunu herkes bilir"

Psikiyatri servisleri o kadar çok hikayeye gebe ki, anlatmasam en başta Camille'e sonra kendime ve ne çok kadına haksızlık etmiş olacaktım. Bu yüzden yazmak istedim.

 Zihin İpleri'nde dediğim gibi:

"Ben yazmayacağım demedim"

Gerçekleştirdiğim röportajların klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Lgbti+ bireylere yapılan ayrımcılığı engellerdim, sokak hayvanlarının toplanmasına, hapsedilmesine, öldürülmesine mani olurdum, kadına şiddete dur der, bütün çocukların güvende olmasını sağlardım.

Aslında şunu demek istiyorum, hepimizin özgür olduğu adil bir yeryüzü yaratırdım bir sihirli değneğim olsa. 

Belki sihirli değneğim yok ama kalemim var, kalemlerimiz var.

(SERKAN SELİNGİL) 

 







 
Son Eklenen Haberler