Yalçın Konuk: "Günümüzde pek çok şarkı, birbirine benziyor"
4 Kasım 2024, Pazartesi 06:48Tweet |
Farklı türleri harmanlayarak benzersiz ve etkileyici sesler yaratmadaki yenilikçi yaklaşımıyla tanınan müzisyen Yalçın Konuk ile On Air Music Co. etiketiyle yayımlanan son çalışması “Le Soleil Noir – Thème Principal”’ı, müziği, Geleneksel ve modern müzik arasındaki dengeyi ve yaşamı hakkında konuştuk. İyi okumalar.
Müziğinizin henüz ulaşmadığı müzikseverlere de sizi tanıtmak adına söyleşimin başında sizi tanıtan sorular sormak istiyorum. Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Geçtiğimiz yüzyılda Belçika’da doğdum, göçmen bir işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. İlkokul ve ortaokulda sınıfın tek Türküydüm; sokaktaki arkadaşlarım arasında Sicilyalılar, İspanyollar ve Belçikalılar vardı. Bu kozmopolit çevre, çocukluğumda farklı kültürlerle iç içe yaşamamı sağladı ve öğretti. Farklı diller, gelenekler ve bakış açılarıyla büyümek, hayata ve dünyaya evrensel bir duygu gözlüğüyle bakmamı sağladı.
Çocukluğumda, özellikle Alfred Hitchcock’a duyduğum hayranlık, 6-7 yaşlarıma dayanıyor.
Eğitim hayatıma Türkiye’de devam ettikten sonra, Fransa’nın Montpellier şehrinde Master of Sciences derecemi aldım. Montpellier, beni yeniden zengin bir sosyal çevreyle buluşturdu ve farklı kültürel deneyimler yaşamama vesile oldu. Avrupa’nın farklı şehirlerinde geçirdiğim süre, sanat ve müziğe olan bilgimi derinleştirdi.
Bir süre daha Avrupa’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Bu dönemde 5-6 yıl boyunca birçok sektörde yönetici olarak görev aldım.
Müziğe olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Müziğe olan ilgim, neredeyse tamamen biyolojik bir doğaya sahip. İlkokulun son iki yılında aldığımız müzik dersleri dışında, herhangi bir formal eğitim almadım. Ancak, o zamanlar bile kafamın içinde kesilmeyen ve durmayan bir eğlence merkezi gibi, her gördüğüm şey ruhumda bir eğlenceye dönüşüyordu.
Çocukken bu durumu idrak etmek elbette mümkün değildi; her şey doğal seyrinde gelişiyordu. 6-7 yaşlarında, radyoda çalan şarkılar bana “doğru” gelmediğinde, hayali bir İngilizceyle ve yeni melodilerle o şarkıların nakaratlarını kendimce yeniden yazmaya başlardım. Bu, benim içsel müzikal yolculuğumun başlangıcıydı.
3-4 yaşlarımı net hatırlayamıyorum, ama bu dönemi hatırlayan arkadaşlarım var ve onların detaylı anılarını dinlemek beni her defasında hayrete düşürüyor. Sanırım 5-6 yaşlarımda; ses ve melodiye olan duyarlılığımın farkına varmıştım. Yani, kısacası, müziğimle olan bağım çok erken yaşlarda kuruldu ve bu, hayatımın en derin parçası haline geldi.
Önceki iki sorumla bağlantılı olarak; kendinizi ve müzik tarzınızı en iyi tarif eden üç kelime nedir?
Duygusal, pop ve çok yönlü.
Parçalarınızda hikâye anlatımının önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Bu hikâyeleri oluştururken ilham kaynaklarınız neler? Kişisel deneyimleriniz mi, toplumsal olaylar mı ya da belirli bir duygu mu daha etkili oluyor?
Dış dünyada olup bitenler her ne kadar üzerimde izler bıraksalar da, ben doğrudan bu olaylara odaklanmıyorum. Onlarla olan ilişkim, daha çok dolaylı bir düzlemde gerçekleşiyor. Elbette, iç dünyamda bu yaşananların yansımalarını bulmak mümkün, ancak benim için asıl önemli olan, daha derinlere inmektir. Açık kalmış yaralarım, mutluluklarım, çocukluğum, hayatımda iz bırakan insanlar, yolda karşılaşıp bir daha asla görmeyeceğim kişiler, yenilgilerim, okuduğum satırlar… Tüm bu sonsuz veri, bir an için belli bir duyguya hizmet etmek üzere birleşir, buluşur.
Sinemada tamamen kendi kurguladığım ve oluşturduğum bir dünya üzerine çalışırken; reklam, tanıtım ve belgesel projelerimde ise hikayesi olan yerler ve konularla ilgileniyorum. Her iki sürecin kendine özgü bir fikir, yazım, yapım ve post prodüksiyon aşaması bulunuyor. Bilinen bir söz vardır: “Hikâye her şeydir.” Bu söz klişe gibi gelebilir, fakat yüzde bir milyon doğruluk payı taşır.
Müziğimi yaparken, kalbimde ve zihnimde farklı zamanlara, konulara ve kişilere dair hikayeler keşfediyorum. Bu hikayeleri tek bir bedende buluşturarak, melodi ve sözlerin temelini oluşturuyorum. Müziği bu hikayeler üzerine inşa etmek bana daha “muhteşem” geliyor. Sonuç olarak bunu, öncelikle kendim için yapıyorum; aç kalsam bile muhtemelen yine de yapmaya devam ederim. Belki birçok kişi için bu süreç anlamsız gelebilir, ancak benim için bu üretim süreci, hayatın en anlamlı yanlarından biri.
Dijitalleşmenin ve teknolojik gelişmelerin müzik üretimi ve dağıtımı üzerindeki etkisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu değişimlere uyum sağlamak sizin için zorlayıcı mı yoksa keyifli mi?
Dijitalleşmenin ve teknolojik gelişmelerin müzik üretimi ve dağıtımı üzerindeki etkilerini ele alırken, süreçlerin sunduğu fırsatlar ve zorluklar dikkat çekiyor. Günümüzde, bir şarkı oluşturmak ve bunun dikkat çekmesini beklemek neredeyse mucizevi bir hale gelmiş durumda. Bu durumu değerlendirirken, dijital platformların sanatçılara sağladığı ulaşılabilirlik ve yaratım sürecindeki yenilikleri ön planda tutuyorum. Ayrıca, geleneksel yöntemlerin önemini de unutmamak gerek.
Dijital platformları üzerinden günde 100.000’den fazla parça yayımlandığı tahmin ediliyor; bu da her saniyede ortalama bir parçanın yayımlandığını gösteriyor. Bu durum, kaliteli işlerin fark edilmesi konusunda ciddi zorluklar oluşturuyor.
Müzik, sinema ve arkadaşlık gibi alanlarda, benim için en önemli şey, doğru insanlarla birlikte olmaktır. Kahvaltı yapabileceğim ve derin sohbetler edebileceğim insanlarla çalışmayı prensip edinmeye çalışıyorum. Elbette bu her zaman her koşulda mümkün olmuyor, ancak buna adım adım yaklaşıyorum. Örneğin, plak şirketim On Air Music ile Burak Demirsaran ve Beyza Cumbul gibi beni destekleyen kişilerle çalışmak, süreçlerimi oldukça kolaylaştırıyor. Plak şirketim, müziğimin uluslararası dağıtımını büyük bir titizlikle yönetiyor.
Tanıtım ve pazarlama, müziğin temel yapı taşlarından biri. Zamanı geldiğinde bu alana daha fazla odaklanmam gerektiğinin bilincindeyim ve bu konuda enerjimi daha da yoğunlaştırmayı planlıyorum.
Son olarak, en büyük uyum sınavımı Avrupa’dan Türkiye’ye döndüğümde yaşadım. Bu deneyim, her duruma uyum sağlamamı kolaylaştıran hayatımdaki önemli dönüm noktalarından biri oldu. Sağlığım, ruh halim ve üretme isteğim devam ettiği sürece, durmaksızın üretmeye odaklanmaya özen gösteriyorum.
Geleneksel ve modern müzik arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Müzikte geçmişten ilham alırken, geleceğe yönelik yenilikçi bir dokunuş eklemek sizin için ne ifade ediyor?
Müzik yaparken, geleneksel ile modern müzik arasında bir denge kurmayı amaçlamadım. İlham aldığımda ve bu fikir kalbime dokunduğunda, yapmam gereken tek şey, bu heyecan verici düşünceyi sonuna kadar takip etmek. Kendi müziksel yolculuğumda tarihe, özellikle Mezopotamya’dan Eski Mısır’a, Roma’dan Selçuklular’a kadar uzanan medeniyetlere büyük bir merak duyuyorum. Bu ilgim, içimde doğal olarak bu tarihi unsurlarla ilgili fikirlerin oluşmasına neden oluyor.
İngiliz yazar Roger Scruton’un sanat üzerine olan görüşleri de benim için önemli bir referans noktasıdır. Scruton’a göre güzellik, insan ruhunu yücelten ve ona derin anlamlar katan bir deneyimdir. Bu anlayış, müzik yaparken beni hem tarihi derinliklere hem de geleceğe yönelik bir arayışa iter.
Aynı şekilde, günümüz ve geleceğe yönelik de büyük bir hayranlığım var; Zaman, kontrol edilemeyen bir gerçeklik. Kontrol edilemeyende yolculuk yapmak benim eğlencem diyelim. Bu süreç, hem müziğime hem de hikayelerime yansıyor. Aslında bu iki uç arasında bir denge varsa, bu denge kendiliğinden oluşuyor, planlanmış bir şey değil.
Önümüzdeki dönemde müzikseverleri hangi projeler veya çalışmalar bekliyor? Yeni bir albüm, ortak çalışma veya deneysel projeler planlarınız arasında mı?
En son yayımlanan teklim “Le Soleil Noir”, bir film müziği albümünün başlangıcı. Yeni albümüm, 22 Kasım’da çıkacak ve 10 parça içeriyor. Bu albüm, önceki çalışmalarımın bir uzantısı niteliğinde; ancak yeni deneyimler ve duygularla şekillendi. Her bir parça, dinleyicilere filimin sahnelerini yaşatmayı/sunmayı amaçlıyor. Fim Noir yani Kara Film türünde düşlediğim filmin yönetmen koltuğuna, Jacques Deray ve Jean-Pierre Melville ad ve soyadlarından esinlenerek oluşturduğum, Jacques Melville var.
“Le Soleil Noir” hikayesi, 1952 yılında Paris’in karmaşık sokaklarında geçiyor. Eski bir dedektif olan Victor Renard, antikacı dükkânında huzurlu bir hayat sürerken esrarengiz bir mektup alır. Bu mektup, dağılmış olduğu düşünülen bir suç örgütüne dair ipuçları içerir ve Victor’u eski davalarının gizemli dünyasına geri çeker. Ünlü tiyatro oyuncusu Claire Moreau, bu davanın merkezinde yer alır ve Victor kendini ihanetlerle dolu bir dünyada bulur. Gerçek ve aşk arasında sıkışıp kalan Victor, kendi içsel şeytanlarıyla da yüzleşmek zorunda kalır.
Bu albümden sonra, Aralık ayında İpek Yolu temalı bir albüm çıkaracağım. 2025’in ilk çeyreğinde ise 2016’dan bu yana ilk kez seslendirdiğim iki yeni single yayımlanacak. Uzun zamandır şarkı söylemeyi çok özledim ve bu şarkılar benim için çok özel bir yere sahip. Şarkı söylemek, içimdeki boşluğu doldurmanın en iyi yolu. Bu yeni projeler beni hem heyecanlandırıyor hem de sesimle müzik yaptığım için çok mutlu oluyorum.
Müzik ve sanatın toplumsal değişim üzerindeki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Müzik ve sanat, tarihin her döneminde toplumsal değişimin en güçlü araçlarından biri olmuştur. Toplumdaki duygusal ve düşünsel değişimleri tetiklemek, yeni bakış açıları kazandırmak veya mevcut sorunları görünür kılmak adına sanat büyük bir güce sahiptir. Müzik, özellikle insanları bir araya getiren, duyguları derinlemesine yansıtan ve toplumsal bilinç oluşturmayı sağlayan evrensel bir dildir. Bu nedenle, sanatçıların bu gücü kullanarak toplumu ileriye taşıyacak mesajlar vermesi önemlidir.
Benim müziğimde asla doğrudan bir mesaj verme amacı taşımıyorum. Asıl ilham kaynağım, insan ruhunun derinliklerine inmek ve evrensel duygulara dokunabilmek. Toplumdaki değişimleri ve olayları dolaylı bir şekilde sanatımla işlerken, her bireyin kendi içsel yolculuğuna dair bir şeyler bulmasını hedefliyorum. Özgünlük ve bireysel üretimin, toplumsal değişimi başlatan en güçlü unsurlar olduğuna inanıyorum.
Sanatın dönüştürücü gücünün, teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmeyle birlikte daha da geniş bir etkiye sahip olduğuna inanıyorum. Özellikle sosyal medya gibi platformlar, sanatçılar ve eserleri için toplumsal meselelere ışık tutmada önemli bir alan oluşturuyor. Ancak, bu dönemdeki standartlaşma, sanatın özünü tehdit eden bir durum haline geldi. Artık birçok alanda, beğenilen renklerin, stillerin ve içeriklerin sınırlı bir yelpazeye hapsolduğunu görüyoruz. Örneğin, otomotiv sektörüne baktığımızda, 50 yıl önceki geniş renk paletinin yerini beyaz, gri ve siyah gibi temel renklerin aldığını görebiliriz. Bu, yalnızca araçlar için geçerli değil; müzik ve sinema dünyasında da benzer bir durum yaşanıyor.
Günümüzde pek çok şarkı, melodik yapı ve içerik olarak birbirine benzer hale geldi. Bu, hem sanatın yaratım sürecini hem de izleyici ya da dinleyici kitlesini etkiliyor. Daha önce özgün ve çeşitli eserlerin ortaya çıktığı bir ortamda, şimdi benzerlikler ve klişeler ön planda. Bunun sonucunda, insanlar arasında bir normalleşme süreci yaşanıyor; alıştığımız ve maruz kaldığımız bu tek tip içerik, artık norm haline geldi. Ancak bu durum, bireysel ve toplumsal değişim süreçlerinde müziğin ve sanatın güçlü bir katalizör olma rolünü zayıflatmamalı.
Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?
Gerçek sihir; dünyayı değiştirmek değil, her insanın gözündeki perdeyi kaldırmak için kullanırdım. Gerçek sihir, dünyayı değil, dünyaya bakışımızı değiştirmektir. Zamanı bükmezdim, çünkü her anın içinde sonsuz bir hikâye gizlidir: Her nefesi, her anı, her duyguyu sonsuz bir duygusal deneyime dönüştürebilmeleri için.
Umudun olmadığı yerde, anda umudun nefes alması ve nefes vermesi için kullanırdım o değneği…
Ve en önemlisi, bu değnekle insanlar arasındaki mesafeyi yok ederdim. İnsanı insana yakınlaştıran, kelimeleri bile aşan bir dil oluştururdum. Çünkü hayat dediğimiz şey, aslında birbirimizin gözlerinde bulduğumuz yansımalardan ibaret.
Hayat inanılmaz kısa, bunu gereksizliklerle doldurmaya itiliyoruz… Her anını tadına varabilmeliyiz.
(SERKAN SELİNGİL)
CAIZ, Müslüman yatırımcıların dijital dünyada güvenle işlem yapabilmesi
Aliağa Belediyesi Kasım ayı Olağan Meclis Toplantısı, bu akşam (5 Kasım) saat 18.00’de
Aliağa Belediyesi’nin katkıları ve Aliağa Gençlik Merkezi (AGM) Spor
İYİ Parti Aliağa İlçe Başkanı Deniz Hancı, Aliağa Kapalı Pazaryeri’nde
Doğal Çıtak Nar Ekşisi bütçeye destek olurken sofralara lezzet
Farklı türleri harmanlayarak benzersiz ve etkileyici sesler yaratmadaki yenilikçi
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, CHP’li belediyelerin
Aliağa açıklarındaki Küçük Ada'ya 40 metre yükseklikte
İzmir Büyükşehir Belediyesi İZELMAN Anaokulları, aylık okul ücretinde
Aliağa Belediyesi’nin online kariyer platformu www.istealiaga.com işveren ile
AK Parti İzmir milletvekillerinin yerel gündemle ilgili tavırlarını değerlendiren
STAR Rafineri’nin, yaklaşık iki ay süren planlı bakım duruşu tamamlandı.
İMEAK Deniz Ticaret Odası (DTO) Aliağa Şubesi’nin Ekim ayı Meclis Toplantısı
Toplu konut ve site yaşamında estetik ve düzenli ortak alanlar, sakinlerin yaşam
İzmir Büyükşehir Belediyesi kenti olası depremlere karşı dirençli
Socar Türkiye'nin telekomünikasyon şirketi Millenicom'un satış süreci
Bakanlıktan uzun yıllardır kirlenmeye neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması
Seferihisar açıklarında 2020 yılında meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, çocuklara süt
Türkiye Sigorta Basketbol Süper Ligi 4. haftasında Aliağa Petkimspor evinde
Kocaeli, denizi ve doğal güzellikleriyle tatilcilerin favori destinasyonlarından
İstanbul'un en hareketli ve merkezi semtlerinden biri olan Bakırköy, hem
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, ilçelerin istek ve
İzmir merkezli 4 ilde, Aliağa Liman Başkanlığı'na yönelik rüşvet ve
‘...sabra bile alışmıştım insanlar arasında. küfre de külfete de katlanılırdı
CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, her yıl Konak Cumhuriyet Meydanı’nda düzenledikleri
İzmir Büyükşehir Belediyesi, yaz döneminde 14 ilçede 200 kilometre
Menemen Belediyesi, ilçe genelindeki tüm 8. ve 12. sınıf öğrencileri