26 Aralık 2024, Perşembe

Nazife Yıldırım Ünalan, ‘Geriye dönüp baktığımda iyi ki yazmışım diyorum’

6 Ekim 2023, Cuma 06:33

     


Yazarlığa başlaması ve yaşam öyküsü zor yollardan geçse de pes etmeyen ve hemcinsi olan kadınlara iyi bir örnek olan Aliağa’da yaşayan Yazar Nazife Yıldırım Ünalan ile yazarlığa  başlama öyküsünü, kitaplarını ve yeni projelerini konuştuk. İyi okumalar.

‘Güneşe Döndüm Yüzümü sizin ilk şiir kitabınız. Daha sonrada ‘Benim Adım Asya’ adlı romanınız okuyucuyla buluştu. Yazmaya başlamaya nasıl karar verdiniz?

 ‘Güneşe Döndüm Yüzümü’ benim ilk göz ağrım, ilk deneyimim ve ilk eserim. 
Yazmaya karar verme birikimim bu günlük/yarınlık bir süreç veya gelip geçici bir heves değil.  Kırk yıl gibi bir zamana yayılan birikimin eseri.

Yazmaya hevesim ilkokul 3. sınıftayken, öğretmenimizin bizden bir Atatürk şiiri istemesi üzerine başladı. Ödevimi evde yaptım.  Ertesi gün okulda hepimiz şiirimizi sırayla okuduk ve öğretmenim benim yazdığım şiiri çok beğendi.  ‘Kendin mi yazdın yoksa birinden yardım mı aldın’ dedi.  Hayır öğretmenim yardım almadım kendi başıma yazdım dediğimde, ‘Aferin çocuğum’ diyerek şiiri panoya astı. Asarken de hem diğer arkadaşlarıma şiirin inceliklerini anlattı hem de beni takdir etti.

Bu onore edilmek, onanmak ve takdir duygusu sanıyorum benim çok hoşuma gitti. Sonra  yazma konusunda Cumhuriyet şiiri, 23 Nisan şiirleri, yerli malı haftası şiirleri derken aşk şiirleri ile ilerledim, ara ara küçük öyküler de  yazıyordum. Biz Anadolu’nun kırsal kesiminde, kısıtlı imkanlar ile büyüyen, masum çocuklardık. Şartlar çok zordu. Kalem bulsak defter bulamaz, defter bulsak kitap bulamazdık. Açıkçası gazete ve dergi çok büyük lükstü bizim için. Nerede eski gazete, dergi yani okunacak ne varsa toplardım. Ne bulsam okurdum. Hatta evimizin dibindeki komşu evin arkası bizim eve  bakardı ve bakan kısımda iki küçük banyo penceresi vardı.  Evin sakinleri yazın yurtdışından geldikleri için çoluk çocuk çok kalabalıktılar. O küçük camlardan görünen biten diş macunu tüplerinin üzerindeki yazıları bırakın, seri numarasına kadar defalarca okuduğumu hatırlıyorum, kibrit kutusu üzerinde ki vasati 40 çöp, perdelerdeki yazılara kadar.  Kısacası aklınıza gelebilecek her şeyi okumaya çalışırdım.

Yazdıklarımı dergi ve radyolardaki duyduğum yarışma programlarına babamdan gizli gizli gönderiyordum.  Yarışma konusunda radyo yayınlarını takip edip dinliyordum ama dergi ve gazeteleri alıp takip etme şansım yoktu.  Gazetedeki yarışmaların bir kaçına öğretmenimizin eski gazete ve dergilerinde denk geldim. Onlarada aylar aylar sonra denk gelirdim.  Çünkü köyde bir tek  öğretmenimizin evine gazete girerdi ve birikince de ben alırdım. Bu arada radyodaki bir yarışma programından ödüle layık görüldüm ama almadım. Alamadım. ‘Neden?’ diye soracak olursanız, benim rahmetli babam biraz tutucuydu.  Zaten yazdığımı dergilere radyolara vesaire yolladığımı hiç bilmiyordu.Ödül aldığımı söylesem o zaman her şey ortaya çıkacaktı. Cesaret edemedim sanırım.

Düşünsenize, bir kızınız var 13/14 yaşlarında çeşitli yerlerde yazdıkları yayınlanıyor ve ödül kazanmış ne yaparsınız? Gurur duyarsınız ve herkesle de mutluluğunuzu paylaşırsınız değil mi? Ama ben hak ettiğim ödülü alamadığım gibi  ödülün sevincini kimse ile de paylaşamadım bile.15 yaşımda evlilik nedeniyle Aliağa’mıza geldim yani, 33 yıldır buradayım, ‘İyi ki gelmişim’ diyorum. Çünkü Aliağa’mızı, Aliağa halkını çok seviyorum,  Aliağa’nın kıymetini bilelim çok güzel bir şehirde yaşıyoruz. Kitaplarıma dönersek her işimin zor yol aldığı gibi, ilk kitabım olan ‘Güneşe Döndüm Yüzümü’ şiir ve hatıra eserimde tabiri caizse, kırk yıl da bir bebek dünyaya geldi oda, kazanın belanın içine doğdu. Kitabımın basıma girdiği gün maalesef eşim çok ağır bir iş kazası geçirdi, 3 buçuk ton demir yığınının altında kaldı.  Hastanede kendisine damar naklediliyorken, yayınevim beni aradı  il kitabımın yazılarının  yeterli gelmediğini ifade ederek gönderdikleri dosyayı incelememi istediler. Bana gün içinde 3 kez dosya gönderdiler.  Fakat o an dünyam alt üst olmuş kendimi göremiyordum. Sonra istedikleri 6-7 sayfalık yazıyı o anda evde olan kızımdan istedim. Ben hastanedeydim.  Kızımı aradım ‘Yazıları bilgisayardan kopyalayıp bana gönderir misin kızım’ dedim. Kızım da  yolladı.

Ben bilgisayara yazarken kara düzen yazar sonra düzenlemeler yaparım. O gün gönderilen yazıları kızım olduğu gibi göndermiş. Ne bir düzenleme nede gözden geçirme olmadan yayın  evine gitmiş yazılarım. Açıkçası biz canımızla uğraşıyorduk, Yazdıklarımı düzeltme imkanım olmadı.

Matbaadan  3 kez dosya geldi gitti ama; başım kalabalık, moralim sıfır dosyayı da inceleyecek ne durumum nede zamanım  vardı. Aradım yayın evini  dedim ki, ‘Bizim başımızda böyle böyle bir iş var, eşim ölümden döndü gönderdiğiniz dosyayı inceleyemedim bile, bu işi siz biliyorsunuz bu işin piri sizsiniz ben size bırakıyorum’ dedim. Yayınevi, ‘Tamam Nazife Hanım o zaman baskıya giriyoruz’ dediğinde tamam dedim. Keşke, ‘Acele etmeyin şu sıkıntımızı bir atlatalım deseydim.  Orada hata yaptım. Eve gelip kitabı incelemem anca iki buçuk ay sonra olabildi. Maalesef sonradan istedikleri yazıları hiç bir düzenleme yapmadan aralara serpiştirilmiş bir şekilde kitapta buldum.  Tabi ki aradım haliyle kızdım, ama; ‘Nazife Hanım biz size 3 kez dosyayı gönderdik inceleyiniz diye, baskıya girin dediniz bizde girdik’ diyerek topu tamamen bana attılar. Şimdiki aklım olsa baskıyı o gün  durdururdum. Tek tesellim eleştirmenlerin,  üstatların bana dediği, ‘Nazife Hanım bunlara çok takılmayın, zaten büyük bir olay atlatmışsınız ilk kitaplarda olabiliyor böyle eksiklikler ve ne kadar dikkat edilirse edilsin bir imla hatası veya harf eksiği fazlası mutlaka çıkabiliyor. Siz yazmaktan vazgeçmeyin’ dediler. Ben de zaten yazmaktan hiç vazgeçmedim.

Kitaplarınızdan bahsederken sormak istiyorum. İlk kitabınız şiir kitabı ikincisi roman. Farklı türlerde yazmaya devam edecek misiniz. Hikaye yazmayı da düşünüyor musunuz?

Yıllardır idealim olan, özlemini duyduğum şey kitabımı çıkarmaktı ve bunu hiç desteksiz başardım. Ben ilk olarak yazmaya  şiirlerle başladım, bunu küçük sözler, anılar, öykü ve hikayeler takip etti. Sonrasında  ikinci kitabım olan  ‘Benim Adım Asya’ roman türünde raflardaki yerini aldı. İlk  kitap denememim ‘‘Güneşe Döndüm Yüzümü’ de şiirlerim, küçük sözler ve anılarımdan oluşan şiir kitabı olmasına karar verdim.  Fakat şiir kitabım çıkarken, ‘Benim Adım Asya’yı da  üç yıldır yazmaya devam ediyordum ve bayağı da  bir yol almıştım. İkinci kitabım  olan Benim Adım Asya’ acılarla, çilelerle dolu, gerçeklerden yola çıktığım  yaşanmış bir hayat hikâyesidir. Hikayenin kahramanı olan Asya’yı dinlerken çok etkilendim ve bazı bölümlerinde inanın, samimiyetle söylüyorum; ağlamaktan yazamadım, bazı bölümlerini  düzeltirken duygusundan çıkamadım ve inanılmaz zorlandım. Hatta zaman zaman neşter vurduğum yazamadığım yerlerde olmuştur. Kitap 4 yılda tamamlandı.

 Yazarken, etraflıca düşünüp hesap kitap yapmam, o konuda çok rahatımdır. Kendimi sıkmam o an ne hissediyorsam kaleme alırım. Bu bir satırlık cümlede olur, bir şiir de, öyküde veya hikayede. O yüzden hiç fark etmez öykü de yazabilirim bir romanda. Sadece yazmak eylemini gerçekleştirip, duygularımı kaleme dökmek benim için önemli olan. Zaten hepimizin ama öyle ama böyle bir hikâyesi yok mudur? Ben yazarken çok mutluyum bu da bana yetiyor.

İlk kitabınız yayınlandığında neler hissettiniz?

Bir insanın evladı doğunca neler hissediyorsa inanın aynı duyguları yaşadım. Çok meşakkatli ve uzak yollardan geldi, benim kitaplarım ve bir fiil,  kırk yıl özlemle beklenen bir bebekti. Hatasıyla, kusuruyla, eğrisiyle, doğrusuyla benim çocuklarımdır kitaplarım. İlk kitabıma hastaneden taburcu olduktan iki buçuk ay sonra  kavuştum. Koliyi açtım en üstteki kitabı elime alıp derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Müthiş bir mutluluk, müthiş bir hazdı benim için anlatamam.

Nazife Yıldırım Ünalan kimdir? Neler yapar? Kimleri okur? Örnek aldığınız

 yazar/ya da yazarlar var mı?

Öncelikle insan olmaya çalışan, vicdanı, merhameti, iyi niyeti elden bırakmamaya gayret eden, bize sunulan şu hayatta yaşam kapsülünün içinden geçerken arkamda güzel izler bırakmaya çalışan biriyim. Çok fazla duyarlı ve kırılgan bir yapım var. Bunun zaman zaman ruhsal bakımdan zararını gördüm.  Ama zaman insanı hem olgunlaştırırken, hem de kabuğunuzu sertleştirerek kırılması daha zor bir yapıya sahip hale getirebiliyor. Ben de kendimde bunu hissedebiliyorum. Tabi ki mükemmel bir insanım diyemem, olamam da zaten çünkü insanım sonuçta.

Hatalarım, noksanlıklarım, eksik ve kusurlarım var. Olacak da. Ama bunlara rağmen genel anlamda sevildiğimi düşünüyorum. Çünkü ben, hayatta insanı ve insani duyguları kendisine rehber edinmiş birisiyim. Sınıflandırmaya karşıyım. O, bu, şu diye ayrım yapmam. En alt mertebeden en üst mertebeye kadar, eşim dostum arkadaşım vardır. Aynam da en büyük birikimimde insandır, yani önce insan!

Neler yaparım? Öncelikle anneyim ve evlilik sorumluluğumun yanında özel bir şirkette çalışıyorum.

Arda kalan zamanlarda da sosyal hayatıma, çocuklarıma, evime zaman ayırdığım gibi bunun yanında yazmaya da,  fırsat ayırıyorum. Molalarımda, evde, boş zamanlarımda, bazen öyle bir an oluyor ki, hani derler ya arada derede hiç fark etmiyor bu işin en yoğun zamanı da olur, gecenin bir yarısı da. Kısaca her bulduğum fırsatta yazıyorum. Hiç zaman kaybetmeden beynimdeki ne varsa kaleme kağıda dökerim. O an yazmalıyım.  Çünkü sonraya bıraktığımda ne o duyguyu yakalayabiliyorum ne de aklıma gelenler kalıyor hepsi uçup gidiyor maalesef.

Okumak kısmına gelince; Aslında bitmiş diş macunu tüplerinin üzerindeki yazılarını, son kullanma tarihinden seri numarasına kadar defalarca okuyan birisinden ne beklenir bilemiyorum. O günlerden kalma bir  alışkanlık sanırım ne bulsam okurum.

Fakat psikoloji ve polisiye türlerinden hoşlanıyorum. Severek okuduğum yazar  başta Agatha Christie. Onun 10 Küçük Zenci ve Doğu Ekspresinde Cinayet kitaplarını zevkle okumuştum.  Lev Tolstoy’un, Anna Karenina’sını   ve tabi ki Fyodor Dostoyevski’ de okuduğum yabancı yazarlardan.  Türk yazarlardan Elif Şafak, Ayşe Kulin, Doğan Cüceloğlu.  Cüceloğlu’ndan mesela çok şey öğrendim.  İlk olarak da bir arkadaşımın hediyesi, Bir kadın Bir Ses kitabını okumuştum.  Sonra; Yaşar Kemal, Kahraman Tazeoğlu, Ahmet Ümit, Edip Cansever ilk aklıma gelen yazarlar.  Bu arada ben kitap biriktirmeye karşıyım. Benim okumak için ayırdığım birkaç kitap dışında birikmiş kitaplarım yoktur. Ben ya ödünç alır, okur geri iade ederim.  Bu konuda kitap kurdu bir kızım var, sevgili Naz onunla paslaşırız, ya da satın aldıklarımı birilerine hediye ederim. Kitaplar okumak için vardır. Tavan arasında, kütüphane raflarında bekletilmeye, tozlanmaya çürümeye mahkum edilmemeli, açılıp okunmalı diye düşünüyorum.

Bence okuduktan sonra el değiştirmeli, değişim yapılmalı, daha çok insana ulaşmalı ve ulaştırılmalı imkanı kısıtlı insanlarda faydalanmalı.

Özellikle kendime örnek aldığım bir yazar yok, ben iyi olan hatta çok çok iyi olan herkesi örnek alırım. Her birinde ayrı bir güzellik ayrı bir özellik vardır.

Genel düşünürüm, her bir yazardan  farklı geçişler, aynı olaya farklı bakış açısı, duyguyu verirken bile o derin duygulara nasıl girip çıktığını yakalayabiliyorum. Bu da bana kendimi geliştirme her birinden bir şeyler kapma ve katma gücü veriyor. Bir kere insan ne olursa olsun dar kalıplar içinden bakmamalı yaşama ,insana, olaylara. Geniş perspektif içinde değerlendirmeli.

Yazarlar arasında da bu böyle, her yazarın kendine özgü bir yazım dili ve kalem hakimiyeti var. Bence hepsini ayrı ayrı değerlendirmek gerek.

Yazmak sizin için nasıl bir duygu? Yazmasaydınız öykülerinizi, düşüncelerinizi nasıl ifade ederdiniz? Romanınızdaki karakterler arasında sizden izler taşıyan bir karakter var mı?

Yazmak; benim için hava gibi, su gibi, ekmek gibi bir ihtiyaç.  Bunu bir abartı olarak algılamayın lütfen. Yazmak mutluluk duyduğum en yegane şey benim için. Aklım yettiğinden beri, kendimi  bildim bileli benimle var olan bir olgu yazmak.

Rahat bir ortamım kendime ait bir çalışma odam vesaire, hiç bir zaman yayıla yayıla yazma şansım olmadı. Her fırsatta ve hep yazdım hem de şartlar ne kadar zor olursa olsun kalemi kağıdı elimden bırakmadım. Yazmak derken ilk aklıma gelen, köyde iş çok olur.  Erken yatılıp erken kalkılacak. Babam veya annem seslenirdi , ‘Işıkları söndürün çabuk yatın, sabah erken kalkacaksınız.’ Diye.

Işıkları söndürüp yatağa girer girmez yastığın altındaki kalemi defteri elime alır, o karanlıkta yorganın altında ne varsa yazmaya çalışırdım. Sabah kalkınca defteri bir açardım ki satırlar bir birine girmiş ne sıralama belli ne kelimeler nede yazdığım anlaşılıyor. Bu sefer tek tek cümleleri toparlayıp temize çekmeye çalışırdım.

Çocuk aklı işte, hâlbuki zaten ışık yok yorganın altı niye yazıyorsun? Sanırım baba korkusu, aniden ışığı yakar içeri girer düşüncesi çünkü hep gizli yazıyordum babamdan.

Bazen düşünüyorum, bazı gelişmeler, katettiğim bu yol hiç kolay olmadı. Büyük bir adanmışlık var, azımsanmayacak bir emek var, azim ve kararlılıkla devam eden mücadele var. Geriye dönüp baktığımda iyi ki yazmışım diyorum. Çünkü kendimi daha çok yazarak ifade eden biriyim. Yazmamış olsam, kendimi anlatmakta ve ifade etmekte çok zorlanırdım diye düşünüyorum.

Yazdığım 2.kitabım ‘Benim Adım Asya’ daki Asya karakterinin, hem yaşama tutunma hem de ne yaşarsa yaşasın asla pes etmeden yoluna devam etme çabasını, azmini kendime benzetiyorum. Koyduğum hedefi vurmada, aldığım kararda netimdir. Kolay kolay havlu atmam, geri vitesim yoktur.

Gelecek projeleriniz neler? Yakında yeni bir kitap hazırlığı olacak mı? Yazar olarak hedefiniz ne?

Nefes aldığımız müddetçe, gelecek her zaman var. Aldığımız her nefeste bir ümit demektir benim için.

Tabi ki ilk hedefim bir sonraki kitabımı, bir tık iki tık üste taşıyabilmek, kendimden emin ve sağlam adımlarla yolumda ilerlemek istiyorum. Bunun yanında eğitimimi de tamamlamak en büyük hedefim.

‘Benim Adım Asya’ romanım yeni çıktı sayılır ama, bende plan proje yazmak hep var. Size küçük bir anımı anlatmak istiyorum, Türkiye Yazarlar Birliğinden bir üstat ilk kitabımı incelerken bir soru sordu.

‘Yazmaya tekrar başlayacak mısın? İkinci kitabı düşünüyor musun? Üstadım dedim; ben ikinci kitabımı yazmaya başlayalı 3 yıl oldu ve onu tamamlamak istiyorum.  Arkasından da yenileri gelecek inşallah demiştim.  O da ; ‘İşte budur, yazar dediğin bir kitabı bitmeden diğerine başlayan kalem elinden düşmeyendir bravo size’ diyerek takdir etmişti hiç unutmuyorum. Yaşadığım müddetçe hep yazmayı düşünüyorum inşallah.

Oldukça zor bir yaşam mücadeleniz olmuş. Ama ne kadar zor günler yaşasanız da pes etmemişsiniz. Yaşam mücadelesinde kendinize değer katarak yolunuza devam etmişsiniz. Ne yazık ki ülkemizde kadının değerini anlama konusunda eksiklikler bitmiyor.  Bir kadın yazar olarak bu röportajı okuyan  kadınlara ne söylemek istersiniz?

Kadınlarımıza, hemcinslerime söyleyebileceğim aslında bir çok şey var. Birincisi aldığınız kararlarınızda tutarlı olun, azmedin, sabredin ve çok çalışın. Bunları yerine getirdiğiniz takdirde başarının önünde hiç bir şey duramaz. Kendinizi iyi tanıyın, kendinizi sevin, kendinizi önemseyin, değer verin ve en önemlisi kendinize güvenin.  Benliğinize, ruhunuza, yani kendinize iyi bakın. İnanın bu hayatta en çok o size siz  lazımsınız. Kendinizle iyi geçinin.

Tüm Türk kadınlarına, genç kızlarımıza ayrıca şunu da söylemek istiyorum, boş şeylerle uğraşmayı bırakın, sizi hayata bağlayan ve hayatınıza değer katan kayda değer bir şeylerle uğraşın. Ağır basan size özel bir yönünüz, bir yeteneğiniz mutlaka vardır onunla ilerleyin. Ona yönelin sevdiğiniz mutlu olduğunuz şey neyse onu yapın. Hedefler koyun koyduğunuz hedefe  ulaşmak idealinizi gerçekleştirmek çok çok zor gözüküyor olabilir.  Maddi  ve manevi toplum baskısı hatta en yakınlarınız bile size inanmayabilir, hatta ve hatta sizinle dalga bile geçebilirler bu sizi yıldırmamalı. Anlattım size, ben yıllarca gizli gizli yazdığım gibi 13-14 yaş arası aldığım ödülü herkesten sakladım ve sevincini dahi yaşayamadım. “Her çocuğun içinde potansiyel bir deha vardır” diye düşünüyorum. Elmas çıkarıldığında değersiz bir taş hükmündedir. Onu usta eller işleyip parlattığında değerine paha biçilemez kıymetli bir taş olur. Değeri  paylaşılamaz. O yüzden çocuklarımız çok çok önemli onlardaki ışığı doğru saptayıp görmek lazım.

Ne yazık ki çocukluğumda kimse beni göremedi. Gerek yaşadığım coğrafya, doğduğum ev veya eğitimciler ama ben kendimde olanı biliyordum, hiç bir şeyden yılmadım kendime bir hedef koymuştum o hedefe odaklanıp, geriye bakmadan geri vitese takmadan yerimde saymadan, koyduğum hedefime ulaşmaya çalıştım. Sen kendi değerini bilirsen, dışardan konan değer sana hiç bir şey yapmaz. Hayalin neyse onu takip et, azimli ve çalışkan ol.

Yine söylüyorum, azim ve çalışmak onun önünde hiç bir şey duramaz birde sevdiğiniz işi yapın derim. Son olarak, Mustafa Kemal Atatürk ne demiş? “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.”

Röportajlarımdaki klasik sorumu size de sormak isterim. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Dünya üzerindeki bütün kötüleri ve silahları yok ederdim. Parasal eşitsizliğe son verir herkesin huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasını isterdim. Herkese mutlu sağlıklı huzurlu bir yaşam diliyorum, ayrıca bu röportaj içinde size teşekkür ediyorum.

(SERKAN SELİNGİL) 

 

 

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler