17 Aralık 2024, Salı

Toprak Şems Tezcan: "Dünyayı zihnime yansıdığı şekilde anlatmaya çalışıyorum"

16 Aralık 2024, Pazartesi 07:02
Son güncelleme: 16 Aralık 2024, Pazartesi 19:06

     


Plüton Yayınları Genel Yayın Yönetmeni, şair,öykü yazarı ve fotoğraf sanatçısı Toprak Şems Tezcan  ile edebiyatı, fotoğrafı ve sanatı konuştuk . İyi okumalar.

Farklı sanat disiplinlerinde üretken bir kişisiniz. Şiir, öykü, sokak fotoğrafçılığı gibi alanlar birbirini nasıl besliyor?

Aslında bana göre tüm sanat dalları birbirini sonsuz bir şekilde besleyebilir, çünkü öz aynı. Bunların en temelinde ise şiirin yattığını düşünüyorum. Bu nedenle bana göre çok iyi ve sanatsal fotoğraflar çeken bir sanatçıya, örneğin Roger Ballen'a fotoğrafçıdan ziyade şair bile diyebiliriz. Kendisi resim, heykel gibi birçok sanat dalını fotoğraflarına entegre edebilen oldukça özel biri.

Ben biraz etimolojiye meraklı biriyim, bu nedenle "Şair" kelimesinin derinliklerine inmek istersek "Özel bir anlama yeteneğine sahip olan, geniş bir düş gücü bulunan, duyarlı, duygulu ve kendini anlatma ihtiyacı duyan kimse" şeklinde özetleyebiliriz. Ben sanat üretimine daha çok küçük yaşlarda şiirle ve sahne sanatlarıyla başladım. Özellikle dans tiyatrosu en ilgimi çeken alandı, çünkü bir şiirsellik barındırıyordu. Bu alanın en büyük şairini Pina Bausch olarak tanımlamak bence yanlış olmaz. İlk gençlik yıllarım ise daha çok film ve şiir ilişkisini irdelediğim ve bu alanlarda üretim yaptığım zamanlardı, birkaç kısa film çektim. Bu alanın en büyük şairi kim diye sorulacak olursa, onun için de Alejandro Jodorowsky ismini verebilirim. Son zamanlarda ise fotoğraf alanındaki çalışmalarımda şiir fotoğrafçılığı adını verdiğim bir türe yoğunlaşmış durumdayım, daha çok sokak fotoğrafçılığı yapıyorum ve sevdiğim şiirlerdeki imgelerin peşindeyim aslında. Öykü yazmaya ise çok sonradan başladım, şiirsel dili öykü dünyasına yansıtmayı çok seviyorum. Daha sonra ise günümüzde yitmekte olan manzum hikâye türünü modern bir şekilde hayata döndürmek istedim ve poetik öykü şeklinde tanımladığım tek ve uzun şiirlerden oluşan anlatı şiir kitapları yazdım.

Özetlemek gerekirse sanat tamamen birbirinden her alanda beslenebilen ve gelişen bir şey bu nedenle farklı sanat disiplinlerinde üretmeyi seviyor, en çok da multidisipliner sanatçılara ilgi duyuyorum.

Duygularınızı daha iyi ifade ettiğinizi düşündüğünüz tür hangisi: Şiir mi öykü mü?

 Kesinlikle şiir. Şiirin en sevdiğim yanı daha kısıtlı bir kelime sayısıyla çok daha yoğun şeyler anlatabilme kapasitesi. Öykü benim için biraz daha eğlence ve vakit geçirme aracı. Hayatı olduğu gibi yansıtabileceğimiz ve bunu anlatırken de şiirsel bir dille süsleyebileceğimiz bir yapıt. Şiir ise karmaşık zihnimi neredeyse olduğu gibi yansıtabileceğim tek alan. Bu nedenle bir şairin birçok sanat dalında rahat üretim yapabileceğini düşünüyorum fakat farklı bir dalda üretim yapan bir sanatçı ise genellikle şiir yazmakta zorlanır. Şiiri sanat dallarının özü olarak görmemin sebebi ise üretiminin zor olmasıdır zaten, zorluklar sizi daha ileriye taşır. Bundan sebep dünya üzerindeki sanatçılara bakarsak rahatı çok yerinde olanların üretimleri biraz daha zayıf kalıyor, anlatacakları pek bir dertleri olmadığı için, hatta kısıtlanmadıkları için... Günümüz İskandinav şiirine bakacak olursak bizden çok etkileniyor ve besleniyorlar, çünkü burada çok başka bir hayat ve mücadele var. Örneğin İskandinav edebiyatının en önemli isimlerinden ve 2005 yılında Karl Vanberg Şiir Ödülü'ne layık görülen Magnus William-Olsson'ın "İstanbul O'nun Eli" isimli çok güzel bir şiiri var. Şiirin içinden Özkan Mert'in çevirisiyle bir alıntıyı da eklemek isterim: "İstanbul şarkıların yorgun tonu. Kalabalıkta sıkışan yüzler, / insanlar karışık yaşamlarıyla kendi yaşamlarının merkezinde, / ben de kendimin, ama adı yok... Köleliğe karşı / gözlerinden korku ve nefret fışkıran tanıdık bakışlar. / Kim ister senin göbeğinin üzerinde bir üzüm olmak? Hükmeden. / Nefesimi kesiyorsun uzun uzun. // Şarkı söyleyen bir el, kursanan bilginin sessizliği / Benim yalpalayan anılarım avludaki bir duvara fırlatıyor kendini / orada bir elin işareti simsiyah yanmakta / Bir şiirin anısı, bir divan ya da buraya gelirken kalçalarına / dokunmayı düşünmenin sarhoşluğu"

Bu izleri başka ülkelerin edebiyatlarında görmek de mümkün, eskiden biz onların etkisinde kalırken artık biz onları etkilemeye başladık.

Şairliğiniz ve fotoğrafçılığınız arasında bir bağlantı kuruyor musunuz? Ya da şöyle sorayım: Çektiğiniz bir fotoğrafın bir öyküye ya da şiire ilham olduğu oldu mu?

Sanırım bağlantı kurmuyorum, direkt o bağlantı olarak yaşıyorum diyebilirim. Çektiğim fotoğraflar öykülerime ya da şiirlerime pek ilham olmasa da yazdığım şiirler fotoğraflarıma çokça ilham olmuştur. Ben genelde yürüyüş yapmayı ve çevrede olup bitenleri izlemeyi çok severim. Direkt çevreyi izlemek için yürüyüş yaptığımda ise bunu imge avcılığı olarak tanımlıyorum. Bu süreç içerisinde fotoğraf makinem de yanımda olur ve bazı şeyleri not alır bazı şeyleri ise fotoğraflarım. Daha sonra ise bunları biriktirerek uygun ortama ve zihne sahip olduğum bir zamanda şiir ile birleştiririm. Örnek vermek gerekirse "İçinde Nefertiti Geçen Bir Şiir" isimli otuz sayfadan daha uzun olan şiirimin neredeyse tamamını bir sabah Tatavla'daki evimden çıkıp otuz bin adımdan fazla yürüyerek - yürürken yazdım. Önce İstiklal'in insan selinden geçip oradan Karaköy, Karaköy'den Haliç, Haliç'ten Sirkeci, Sirkeci'den Kabataş, Kabataş'tan Beşiktaş, Beşiktaş'tan Tophane, Tophane'den Cihangir, Cihangir'den Nişantaşı ve eve döner dönmez ise çektiğim fotoğrafları inceleyip aldığım notları da temize geçirerek neredeyse tüm gün dışarda yürüdüğüm ve tek seferde yazdığım, otobiyografik öğeler taşıyan benim için en kıymetli şiirlerden birini kaleme almış oldum. Şiirimde bin adımın bir sayfa etmesi ise manidar tabii. Bu soruya cevabımı da yine bahsi geçen şiirden birkaç alıntı ile sonlandırmak isterim. "otuz bin adımlıyorum / hedefim eriye eriye yok olmak / ya da en kazından kaçabilmek / gerçek olmaması gerekenlerden", " ışığı kazımak negatife / ve yaklaşmak sana bir adım / oysa seni bulmak için / önce kaybolmalıyım", "bir adam / misinasının kopan kısmını / sigarasının ucuyla yakarak / birleştiriyor, tam o sıra / sigara öldürür denilir ya hep / ben bu kadar sözünün eri olacağını / hiç düşünmemiştim açıkçası (Bu kısım tam galata köprüsünün üzerinde yazılmıştı.)", "bilmediğim sokaklarda kayboluyorum / zaten bildiğim sokaklarda kaybolmam biraz zor / ama ne olursa olsun her yol yine bana çıkıyor (Nişantaşı tarafında yolumu kaybettiğim sırada yazıldı.)", "gece uykularımı bölüyor temel ihtiyaçlarım / ... / bazen en temel ihtiyaç / içinde nefertiti geçen bir şiir yazmaktır (Evime döndükten sonra uyuyakaldığım için yarım kalan şiir uykumu kaçırınca uyanıp bu şekilde noktaladım.)"

Sizce iyi bir öykü ya da şiir, okur üzerinde nasıl bir etki bırakmalı?

Bana göre iyi öykü biraz daha hayatta gözümüzden kaçan detayları süreğen bir akıcılıkla irdelemeli ve bunu bize yansıtmalı. Etgar Keret'in "Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü" isimli öyküsünü buna örnek olarak verebilirim. Prensiplerinden dolayı ne olursa olsun saati geldiğinde yolcuyu almadan giden otobüs şoförleriyle hepimiz karşılaşmışızdır. Bu öykünün ise otobüs şoförünün odağında başlayıp aslında yolculardan Eddie'ye odaklanması gerçekten şairane. Daha önce okumamış olanların tadını kaçırmamak adına daha fazla detay vermeyeceğim ama kesinlikle okumalarını tavsiye ederim. İyi şiir ise yine sonsuz bir deniz ve bir tanım yapmak çok zor, sadece farklı düşünen nahif bir zihnin satırlara akan tekinsizliği beni gerçekten cezbediyor diyebilirim. Bunun için önem verdiğim birkaç şairden kısa alıntılar yaparak düşüncelerimi daha iyi yansıtabilirim diye umuyorum.

Edip Cansever - Cadı Ağacı: "Doğanın unuttuğum ya da hiç rastlamadığım parçaları / Bir bir oluyor / Ben kendi yarattığım bir yoldan geçiyorum / ... / Uzantıları ben kurulukta bir şey bu cadı ağacı / ... / (Baylar! umutsuz, düzensiz ve biletsiz böyle nereye?) / ... / Üç kişi resmini çekiyor cadı ağacının / Üç biyoloji uzmanı, biri de çakısıyla / Bir parça koparıyor cadı ağacından / Ben ne biçim bir şeyim ki, sancısız bir acı duyuyorum / Tam o sıra / Ve acı yayılıyor ben olan kollarıma / Ayaklarıma da // Benim sanki birtakım nesnelerle çok yakın ilintilerim var / Ve çözülmedik şeylerin de insanıyım ben / İnsanın en gerçek yerindeki / Ve anlatılmazlıktaki bir yerden anlatılmaya / Akan bir şeyim. / ... / Kuru gözler kuru şeyleri hiç göremezler / Ve düş içinde yaşayanlar düş içindekileri."

Eşref Ozan Baygın - Piçin Yılı: "gözlerimi gözlerimden alamam. // Burnumda ıslak orman kokusu / her ağacın dibinde mantarlar var / yeni bir başlangıcın habercisidir / tırmanan karıncalar / omurga kemiğimden saç uçlarıma kadar / yarış yaparlar / bırakırlar larvalarını saç diplerime. // onarırım / aynanın kırık yerlerini."

Afrâ Kutluğ - Efímero: "yenilenmenin musallatlığı / düşüncelerimizin erekselliğiyle yükseldi / yükseldi ve yaşlı putların / güzelliği ile / fışkırdı kuş seslerine doğru / ... / hücrelere açıklık getirinceye dek / ağzımdan boşaldı arzular / ... / metal balbalların düşünceleri / iğneler batırırken / kaç şişe kayganlaştırıcı / zihnime kusursuzca yerleştirebilir / hiçliği"

Tabii ki çok daha fazla örnek sıralayabiliriz fakat çok uzatmamak adına bende en çok iz bırakan ve ilham olan üç şiire - şaire yer vermek istedim.

Toprak Şems Tezcan olarak edebi kimliğinizi nasıl tanımlarsınız? Kendinizi hangi edebi akım veya türe yakın hissediyorsunuz? Bu soruya devam edelim. Sizi tanıyabilir miyiz?

Kendimi imge avcısı, söz büyücüsü ve transandantal şair olarak tanımlıyorum, deneysel şiire saygı duysam da şiirin aslında deneyüstü olduğunu savunmaktayım.

Şiir; okurken bilgilenebildiğimiz, bazen anlamasak bile bir sanat filmi izler gibi sezinlediğimiz bir yapıt olmaya başlamalı. Ahmet Telli bir söyleşisinde şiir artık anlaşılması gereken bir şey değil, sezilmesi gereken bir şey demişti, bu söz beni çok etkiledi ve kendi şiirimde de bu anlayışı yansıtmaya çalışıyorum. Böyle büyük ustalara bazen şiir kitaplarımızı hediye etme şansımız oluyor, biz gençlere değer verip hediyelerimizi kabul etmeleri, kıymetli vakitlerini ayırıp okumaları hatta dönütler vermeleri beni o kadar mutlu ediyor ki anlatamam. Bu sayede doğru yolda olduğumuzu hissetme şansımız oluyor ya da en azından eksiklerimizi düzeltme fırsatımız. Mahmut Temizyürek gibi çok kıymetli şiir eleştirmenlerinin de keyifle okuduğundan bahsettiği şiirlerim oldu. Bu nedenle yurtdışında da çok fazla üretim yapıyor ve görünür olmaya çalışıyorum, yakın zamanda Transandantal Beat Kolektifi'ni kurdum, hatta yaşayan beat efsaneleri ve yeni kuşak beatnikler tarafından da kabul görmeye başladı bile. Bunun haricinde biraz daha kendimi tanıtmam gerekirse; Şiirlerim İngilizceye, Farsçaya ve Hintçeye çevrildi; çeşitli dergi ve antolojilerde yer alarak Amerika, Almanya, İspanya, Hindistan, İngiltere, Japonya, İtalya, Avustralya, İran, Fransa, Nepal, İsveç, Kanada, Polonya ve Hollanda gibi ülkelerde yayımlandı. Elliden fazla fergi ve fanzinde çoğunlukla şiirlerim ve öykülerimle bazen de fotoğraflarım, çevirilerim ya da karikatürlerimle yer aldım. Çoğunluğu şiir olmak üzere yirmiden fazla kitabım yayımlandı. Son olarak 2013-2023 yılları arasında yazdığım şiirler "Anthos Logeia" ismiyle sekiz yüz sayfa olarak Plüton Yayın tarafından kitaplaştırıldı. Dijital ve Analog fotoğraflarımdan oluşan "Nelumbo" isimli sanatçı kitabım da Brezilya, Meksika, Hindistan, Amerika, Almanya, İspanya, İngiltere, Japonya, İtalya, Avustralya, Fransa, İsveç, Kanada, Polonya ve Hollanda gibi ülkelerde yayımlandı. "Neural Enchantment" ismiyle İngilizce olarak hazırladığım, tek ve uzun bir cut-up'tan oluşan kitabım ise toplam yirmi dilde Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, Hollanda, Polonya, İsveç, Japonya, Kanada ve Avustralya merkezli olmak üzere raflarda yerini aldı.

Edebiyat, sizin için bir kaçış yolu mu yoksa daha çok dünyayı anlamak ve anlatmak için bir araç mı?

Edebiyat gerçekten de benim için bir kaçış yolu fakat kaçtığım yer aslında dünya değil, kendi zihnim. Buna ek olarak 'dünya'yı zihnime yansıdığı şekilde anlatmaya çalışıyorum denebilir. Örneğin benim şiirim yeri geldiğinde bilinç akışı yeri gelmediğinde ise akışın bilincidir. Arkeolojik imgelerin içinde kaybolurken etimolojik kavramlar sizi hayata bağlar. Anlatacak çok şey var, hissedecek de öyle. Bu nedenle şiiri yaşamak gerekir. Ece Ayhan’ın Bakışsız Bir Kedi Kara’sının ABD sokaklarında Blind Cat Black olarak dolaşması gibi bizler de 'altkültür'den dışarı doğru sızıyoruz, dünyanın üç bir yanına... 

Günümüz teknolojisi ve sosyal medyanın sanat üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sosyal medyanın ve günümüz teknolojisinin özellikle benim sanatıma katkısı çok büyük oldu. Edebi üretimlerime en belirgin olarak 2013 yılında Meskalin adında bir fanzin çıkartarak başladım. Sosyal medya sayesinde bizim gibi olan insanlara çok rahat ulaşıp büyük bir kolektife dönüştük. Daha sonra Plüton isminde bir dergi üretimlerimize eklendi ve daha da sonra Plüton bir yayınevine evrildi. Şimdilerde ise Meskalin Fanzin dijital olarak hayatına devam ediyor ve okur kitlemizle bağımızı da sosyal medya aracılığı ile sağlıyoruz. Bu nedenle sosyal medya iyi ki var.

Sosyal medya genelde eleştirilen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor, çünkü o günlerde yaşamayan insanlar hep eskiyi çok iyi eserler çıkan bir yer sanıyor fakat eski dergileri incelediğimizde de hepsi iyi değil, günümüze kalanlar iyi; bu husus çok önemli. Bugünü yaşıyor olduğumuz için evet sosyal medyada bir sürü niteliksiz iş ile de karşılaşıyoruz fakat bu durum geçmişten çok farklı değil, sadece mecra farklı ve ulaşılabilirliği daha yüksek.

Yarınlara yine en nitelikli olanlar kalacak.

Sizce bir yazarın kendi iç dünyasını tam olarak yansıtabilmesi mümkün mü?

Yazarın kendi iç dünyasını tam olarak yansıtması bence mümkün, buna karşın okurun yazarın iç dünyasını tam olarak kavraması ise imkansız, çünkü sadece sezinlenebilecek bir şey bu.

Çekimlerinizde bir hikâye yaratmaya mı odaklanıyorsunuz, yoksa anın güzelliğini mi yakalamaya çalışıyorsunuz?

Normalin üzeri hızda çalışan bir zihne sahibim, bazen kendisinin hızına yetişemesem de 'ben'i onun ellerine bırakıp teslim olduğumda kendimin bile daha sonra üzerinde kafa patlatarak kavrayabileceği çok güzel yapıtlar ortaya çıkabiliyor. Fotoğraflarım da bu şekilde oluşuyor genelde. Sokaklarda gezerken 'an'ın güzelliğine yansıyan bir hikâye yaratarak. Şiir fotoğrafçılığı yaptığımdan bahsetmiştim, şiirdeki imgelerin peşine düşmek aslında soyut bir şey, şiirde gördüğüm şeyi fotoğraflamaya çalışmıyorum, şiirsel şekilde fotoğrafladığım şeyleri daha sonra şiirdeki imgelerle eşleştiriyorum. Yakın zamanda bu kapsamda bir fotoğraf sergisi düzenleme planım var, uygun bir yer bulabildiğimde ise ilginç ve multidisipliner bir sergi sizleri bekliyor olacak.

Yazmaya başladığınız ilk günlere dönme şansınız olsa, kendinize ne tavsiye ederdiniz?

"Ne kadar erken yabancı dil öğrenirsen o kadar iyi Toprak. Bi' de bitcoin diye bir şey çıkacak, ondan bol bol al."

Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Yapmak istediğim çok şey var aslında fakat sıcağı sıcağına bu satırları kaleme alırken öncelikle size teşekkür etmek isterim. Sanırım bugüne kadar kendimi, sanatımı ve düşüncelerimi yansıtabildiğim en iyi söyleşi bu oldu. Kuşkusuz özenle seçtiğiniz soruların ve açtığınız alanın payı bunda büyük. Benim için çok keyifliydi. Bu meziyetlere sahip bir şekilde söyleşi yapan kişilerin ve bunlara yer verecek platformların sayısının artmasıyla birlikte gerçekten kendini sanata adayanların da daha görünür olabilmesini sağlamak isterdim.

(SERKAN SELİNGİL)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler