23 Aralık 2024, Pazartesi

'Edebiyatı evim olarak hissediyorum'

23 Aralık 2024, Pazartesi 06:53

     


Karakışın Gün Işığı adlı öykü kitabının ve Beni Hatırla adlı romanın yazarı Başar Yılmaz ile  kitapları ve edebiyat üzerine konuştuk. İyi okumalar.

Yazarlık yolculuğunuz nasıl başladı? Bir yazar olarak edebiyat dünyasında kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Yazarlık, benim için bir yolculuk mu bu tanımlamadan kendi adıma emin değilim. Onu daha çok bir ev olarak hissettiğimi fark ettim bu soru sorulduğunda. Değiştiren, dönüştüren bir yanı var. Onu çevreleyen diğer unsurlarla etkileşim ve bağ kuran bir cereyan. Bu dinamikler, yolculuk misali ilerlemeyi veyahut keşfetmeyi imleyen bir anlama büründürüyor onu elbette. Kastettiğim şey, yazdığım veya yazacaklarımı düşündüğüm zamanların, kendime ve dünyaya karşı dürüst ve güven duygusuyla kalabildiğim ender anlardan olması. Bu his bana evi çağrıştırıyor. Kendimi bildim bileli bu evdeyim.

Kısa hikaye formatı ile roman formatı arasında nasıl bir fark hissediyorsunuz? Hangisinde kendinizi daha rahat ifade ediyorsunuz?

Öykü ve roman üstüne, Cortazar’ın karşılaştırmalı tanımını kendime yakın bulurum. Cortazar, öyküyü bir küre olarak düşünür; dışındaki her noktanın merkeze uzaklığının eşit olduğu kusursuz bir biçim. Romanı ise ağaca benzetir. Gövdeden dalların çıktığı dalların budaklandığı açık bir sistem. Her iki tür de bu özellikleri gereği farklı teknikler gerektirir. Benim için mühim olan hikâyenin hangi ekosistemde filizleneceğidir. Hikâye, kendine uygun toprakta ve ışıkta canlanır ve yeşerir. Ben de bu canlılığı arar, onun için didinirim.

Bir hikayeyi kaleme alırken en çok üzerinde durduğunuz noktalar nelerdir? Örneğin, atmosfer mi, karakterler mi, yoksa olay örgüsü mü?

Bu soru daha önce sorulduğunda “karakter” cevabını verdiğimi hatırlıyorum. Cevabımın arkasında durmakla birlikte iki unsuru daha vurgulamam gerektiğini fark ettim sorunuz üzerine. Karakter metnin ruhudur. Diğer dinamikleri harekete geçiren bir motor görevi görür. Yazarıyla da okuruyla da göz kontağı kurar, metnin canlı tarafıdır. Edebiyat denildiğinde onu ayrıştıran, benzersiz kılan şey ise dil ve biçimdir. Salt bir maceranın peşinde koşmak, heyecan duymak, merak hissetmek istiyorsak bu ihtiyacı bir sinema filmi veya diziler de karşılayabilir. Edebiyatı farklı kılan dildir. Okuduğunuz bir kurgu eser iyi hesap edilmiş olay örgüsü ile sizi kendine bağlar, “su gibi akar” ,bu elbette keyifli. Gelgelelim tekrar tekrar okunan, üzerine sayısız makale yazılan, farklı disiplinlere ilham veren çoğu klasik karakter, dil ve biçimiyle öne çıkmış eserlerdir. Dönüp dönüp bunları okumak isteriz çünkü kalıcı haz dil ve biçimde mevcut bana göre. Bir asrı aşkın zamandır Rakolnikov konuşuluyorsa, “Savaş ve Barış” üstüne söylenmemiş bir şey kalmamışsa nedenlerini buralarda aramak gerekir. Edebiyat, okurunu edilgen bir pozisyonda değil, karakterinin katmanları üzerine eğilen, dil yapısının üzerinden bir bakış açısı inşa eden, düşünsel emek veren bir konumda hayal eder.

Başar Yılmaz olarak kendinizi tanıtacak olsanız, hangi kelimeleri veya ifadeleri kullanırdınız? Yazar olarak sizi en çok etkileyen yazarlar veya edebi akımlar nelerdir?

Kişinin kendini tanımlaması onu diğerlerinden uzaklaştırır gibi gelir hep. Gecikmeli de olsa iyi kötü bir köprü kurdum insanlarla, zedelemek istemem. İnsan olarak da yazar olarak da kitaplarla, söyleyip söylemediklerimle, en yakın örnek: bu söyleşiyle bir toplam izlenim oluşacaktır diğerlerinin kafasında. Buna güvenirim. İnsanların davranışlarına değil zihinlerine güvenirim. İnsan, çoğu zaman doğru tahlil yapan ama yanlış davranan bir varlık. Temas kurduğum her metin beni belli yönlerden beslemiştir. İlk cümledeki muğlak sayılabilecek (ama inanın ki samimi) cevabıma istinaden bu ikinci soruya net bir cevap verme borcum var gibi geldi. Hiç kimseden doğrudan etkilenmem. Başkaları gibi yazacağıma hiç yazmam. Önceki yazdıklarımı sağından solundan değiştirip yenisi bu demeyeceğim gibi. Başkalarına uyumlanmak, belli kalıplarda yaşamak zorunda olduğumuz bir hayattan kaçıp sığınıyorum o eve. Kendimle çelişmek olur bu.

Beni Hatırla romanı, 1970’lerin toplumsal ve siyasi atmosferini etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Romanınızda dönemin siyasi çalkantıları kadar bireysel hikâyeler de dikkat çekiyor. Bu dengeyi nasıl sağladınız?

Toplumsal her şey bireye yönelir. Bireylerin yaşamı da birbiriyle yoğrulup toplumsal bir manzaraya dönüşür. Benim edebiyattaki toplumcu bakışım bahsettiğim dengeyi gözetip bu perspektifte form kazanır. Bu topraklarda yüzyıllardır inanılmaz şeyler oldu. Karşılığında ölümler, göçler, yoksulluklar, ayrılıklar, başlangıçlar, pişmanlıklar ve daha pek çok mesele…  Tarih kitaplarının anlatmadığı, toplum bilimlerinin derinine inemediği hadiseler var ortada. Edebiyat da bunun için var. Benim edebiyat anlayışım toplumsal meselelerle beraber yeni yön arayışında, dönüşen, değişen aile ve birey hikâyelerine yoğunlaşıyor.

Kara Kışın Gün Işığındaki öykülerde, bireylerin içsel dünyalarını ve çevreleriyle olan ilişkilerini etkileyen olaylar derinlemesine ele alınıyor. Yazar olarak bu tür temaları işlemek, toplumdaki daha büyük meselelerle nasıl bağ kurmanıza yardımcı oluyor?

Gün Işığı’nda baş etme halleri beliriyor. Hepimizin farklı hâllerde baş etme yöntemleri var. Eylemsizlik de buna dahil. Değindiğim üzere bireylerin meselelerini toplumsal dinamiklerden ayrı değerlendirmiyorum. Gerçek meselelerle boy veren ilişki ve davranış biçimleri besliyor öyküleri. Bunu kalın puntolarla değil edebiyatın el verdiği ve gerekli kıldığı sanatsal estetikle kaleme almaya çalışıyorum.

Günümüz edebiyatı ile geçmişin edebiyatını kıyasladığınızda, ne gibi farklar görüyorsunuz?

Edebiyat da toplum dinamikleri, iletişim ve yaşam biçimleri gibi değişiyor. Değişmiyorsa ortada bir sorun vardır demektir. Dil, biçim, karakter ve kurgu yapıları bu değişimden nasibini aldı. Her değişim önce garipsenir. 1. Yeniciler’in kaleme aldığı şiirler ilk döneminde nasıl yadırgandıysa (bu en hafif tabir) günümüzdeki yeni dil ve biçime yönelik arayışlardan da ürkülecektir. Konuya şöyle bakıyorum: İyi olan her şey yerini bulur ve geleceğe kalır.

Dijital platformların ve sosyal medyanın edebiyat üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu platformlar birer araç olarak yazarların farklı topluluklara ulaşması, aralarında etkileşim kurulması yönünden yararlı elbette. Dijital dergileri önemsiyorum. Zaten şu an birinin içindeyim. Araç ne zaman amaca dönüşürse yani edebiyatın merkezinden uzaklaşılırsa çiğlik orada başlıyor. Sosyal medya yapısı itibariyle basit, hızlı ve kolay iletişimin olanaklarına sahip bir mecra. Bu tanım edebiyatın doğası ile çelişir bir yandan da. Birlikteliği özen gerektiren iki kanal.

Yazar olarak gelecekteki projeleriniz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

Mahal Edebiyat Dergisini yeni bir ekiple ve yeni formunda yola çıkarıyoruz. Süreli yayınla kaliteli bir kültür sanat içeriği hazırlamaya çaba sarf ediyoruz şimdiki süreçte. Diğer taraftan da yeni bir romanın hazırlığı var. “Yeni” sıfatını yalnızca ilave bir kitap olarak kullanmıyorum. “Yeni” ye güzel bir heyecan ve tatmin duygusu hissederek yaklaştığım bir yazım süreci yaşıyorum. Umarım öyle de devam eder.

Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Bilmem. Belki de onu emekli edecek kadar büyük bir şey…

(SERKAN SELİNGİL) 

 

 

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler