12 Aralık 2024, Perşembe

‘Yazarı yazar yapan kendi yerliliğidir’

9 Aralık 2024, Pazartesi 07:10

     


Öykülerindeki karakterleri, konularıyla, samimî ve  içten anlatımıyla modern öykü dünyasında kendine has bir yer oluşturan Dilek Altundağ  ile öyküleri, edebiyatı ve yazarlık yaşamını konuştuk. İyi okumalar.

Yazmaya nasıl başladınız? Bir öyküde, yazarı en çok zorlayan şey nedir?

Bir yazarın sağalma mekânı bir kaçış bir sığınış yeridir. Ortaokul yıllarında hafta sonlarımı ve yaz tatillerimi köyde geçirirdim. Orada babaannemin bahçesindeki dut ağaçların dallarına tünerdim. (Elma, kiraz ağaçları da vardı nedense benim tercihim hep o, dut ağacım olurdu.) Bir de evin arkasında “Koca Kaya” dediğim mekânda kendi ellerimle hazırladığım defter sayfalarına günlükler, mektuplar yazardım. Türkçe ders kitaplarındaki kısa hikâyeleri okurdum. O zamanlar kitaba ulaşmamız pek mümkün değildi. Seydişehir İlçe Halk Kütüphanesi’ne üye olmuştum. Oradan aldığım kitapları okurdum. Hatta kütüphanede en çok okuyan ben olduğum için kitap hediye etmişlerdi. Lisede Tarih öğretmenimiz kitabı kendisine hediye etmemi istediğinde “hayır” diyememiş ve ona gönülsüz vermiştim. Çünkü kar, kış demeden zorluklarla ve hevesle gittiğim kitap kokulu mahzenimin bir hatırasıydı o kitap.

Daha o zamanlar içimde başlayan çatışmalarla baş edemeyeceğimi anlayınca kalemime ve defterime sığınırdım. Mektuplar yazarak benliğimin sanrısı, düşüncelerimin açmazları beni yazma yolculuğuma çıkarmaya başlamıştı diyebilirim.

Yazarı en çok zorlayan şey öykünün inandırıcılığı, okura tesir etmesidir bence.

Adettendir sorulur, kimdir Dilek Altundağ, neler yapar?

Orta Anadolu’nun bağrında; Seydişehir’in Küpe Dağ’larının eteklerinde, leblebi kokan çarşısında, Tınaztepe’de derin nefesler alıp Ilıca’nın, Ağaç tepesinin soğuk pınarlarında kana kana sular içip bozkır iklimiyle beslenen bir çocuktum.

Öğretmenim. Öykülerimin ilk okuyucusu, daima destekçim sevgili eşim matematik öğretmeni. İki erkek çocuğu annesiyim.

 Kedidir O Kedi" de ve "Lo’ nun Gereklilik Kipleri"nde farklı bakış açılarını ve karakterlerin iç dünyalarını ustaca işliyorsunuz. Karakter geliştirme süreciniz nasıl işler? Bir karakteri oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?

Teşekkür ederim. Bir yazarı yazar yapan kendi yerliliğidir bence. Karakterlerimi çevremden, yanı başımdan seçiyorum. Karakterlerim sokakta rastladığımız çok tanıdık kişilerdir. Amacım gerçek yaşamdan fırlamış gibi “gerçek karakterler” yaratmak. Okurun zihninde kalıcı bir karakter yaratmak elbette zordur. Bundan mütevellit karakterlerimin hikâyenin içinde tutarlı davranış sergilemesine özen gösteriyorum. Karakterlerimi ciddiye alıyor, onların hikâyelerine ilk inanan benim. Çizdiğim karakterin ruhunu derinlikli bir biçimde yansıtmayı hedefliyorum. Bunları yaparken onların peşine düşüyorum hiç bilmediğim âlemleri karakterlerimle keşfediyorum.

Sizce bir öyküde asıl önemli olan şey nedir: anlatılan hikâye mi, yoksa kullanılan dil ve üslup mu?

Anlatılan hikâyede kurgu önemlidir tabii ki. Bir konuda söyleyeceklerimiz varsa farklı kelimelerle okuyucunun zihninde yer edinilmeli. Kendine özgü bir duyarlılığın zamanında yürüyen bir yazar olmak için kendi anlatı iklimimi, dil coğrafyamı kurma çabası içindeyim ben de.

Yazdığınız öykülerde kişisel bir deneyiminizden, bir gözleminizden faydalandığınız oluyor mu?

Tabii ki. Öykülerim genellikle gerçek hayatla başlar, hayal dünyamla şekillenir.

Türkçe öğretmeni olarak, yazarlık ile öğretmenlik arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

 Çehov, doktor olmasaydım yazar olamazdım, demiş. Ben de öğretmen olmasaydım bu kadar öykü biriktiremeyebilirdim. “İnsan nedir?” sorusuna cevap bulabilmek için sözün ardına düştüm. İnsanın gölgedeki izlerini toplayan öğretmenin dünyasında her şey vardır. Yirmi bir yıllık meslek hayatımda hangi zamanda ve mekândaysam oranın ruhunu yansıtan bireyler çıkarmayı başardım kutsal mesleğimin sayesinde.

Edebiyat dünyasında bir yazarın başarılı olabilmesi için sadece yazma becerisi mi önemlidir, yoksa başka faktörler de etkili olur mu?

Yazmanın simyası okumaktır. Benim yazarlık serüvenimin gökyüzünde okumak ve yazmak aynı bulutlarda gezmektedir. Elbette insana, hayata, doğaya gitmek de hikâyeyle karşılaştırır bizi. İnsan kendini sürekli kitaplara hapsederek yazamaz. Sinemanın, tiyatronun gerçekliği ise insanı sorgulamaya iter. İşlemek istediğimiz tema, hikâyemize daha yakın ve canlı durup anlatıyı güçlendirir.   

Günümüzde sosyal medyanın yazarlara etkisi büyük. Sosyal medya, edebi kimliğinizi oluştururken nasıl bir rol oynuyor? Sosyal medyada paylaştığınız yazılar, okur kitlenizle nasıl bir bağ kurmanıza yardımcı oluyor?

 Yazarın tanınma sacayağı okur-dergiler-sosyal medya. Yazarın kendini en iyi ifade ettiği mecranın duygusal ve düşünsel mayasının şekillendiği dergiler olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyadaki paylaşımların da dijital ve matbu dergilerde yayımlanan yazılar. Bu sayede okura kolaylıkla ulaşabilir. Ben de dergide yayımlanan öykülerimle ilgili güzel, olumlu tepkiler alıyorum. Bu da okurun öykülerimde kendini bir yere, bir duyguya, bir düşünceye ait hissettiğini gösteriyor. Okur kitlesiyle iltisak kurabilmenin en önemli adımı başlamış oluyor.

Sizin için edebiyat sadece bir sanat mı yoksa aynı zamanda bir toplumsal sorumluluk aracı mı?

Sevgili Nuray Alper, Milat Gazetesi köşesinde “Lo’nun Gereklilik Kipleri” hakkındaki değerlendirme yazısında öykülerimin toplumsal sorumluluk aracı olarak yazdığımı vurgular. Satır aralarından paylaşmak istediğim cümlelerle sorunuza açıklık getirmek istiyorum.

“Zır Zır Şule ve Cilveli Naciye sokağa inen, halkın arasına karışan, gözetleyen, güldüren öyküler. İlkinde apartmana yeni taşınan taşkın bir kadının, anlatıcı kapı komşusunun hayatı üzerindeki tesirleri kaleme alınırken Cilveli Naciye’ de zengin bir kadının evinde temizlikçi olarak çalışan Naciye’nin perspektifinden iki farklı yaşam biçimi anlamlandırılır.”

“Hayallerinin Peşinde öyküsü… töre direnişi, Mardin, Süryani kitapçı ve umut ekseninde yükselen roman okurun merakını ikiye katlar. “Çok Yaşatır” da hayatı mahalle kültürü ve teyzesiyle eniştesinin esnaf ve komşuluk münasebetleri üzerinden kavramaya çalışan bir çocuk bakışı karşılar bizi. Ancak buradaki menfaat merkezinden yürüyüşünü sürdüren çocuk dikkatiyle “Paşa Amcaya Gittiğimde” metnindeki ortaokullu çocuğun çekingen ve ezik dikkati birbirinden ayrıdır.” 

Türk edebiyatında, özellikle kısa öykü formatında, bir yazar olarak ne tür yenilikçi yaklaşımlar görmek istersiniz?

Ben öykülerimde metinlerarasılık tekniğiyle sıkça yolculuğa çıkardım okurumu. Değerli öykücü, yazar Mustafa Uçurum köşesinde bundan şöyle söz eder:

“Öyküde, romanda ya da herhangi bir metinde göndermeler yapılmasını önemli buluyorum. Yazarın okuma serüvenine de ortak oluyoruz böylelikle. Altundağ da kitabında bunu sık sık yapıyor. Hem de sadece öykü girişindeki alıntılarda değil birçok yazar ve eserin kulağını çınlatarak yapıyor bunu. Olay akışını öyle bir ustaca yönetiyor ki tam yerinde taşı gediğine koyuyor. Sait Faik çıkıyor karşımıza. Saatlerin arasındayken Ahmet Hamdi’ye bir selam gönderiyoruz. Kafka’yla her an bir değişim yaşamanın eşiğinde buluyoruz kendimizi. İçten içe bir sorgulamayı yaşarken Nietzsche çıkıyor karşımıza ya da Huzursuzluğun Kitabı ile baş başa kalıyoruz.”

Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Geçmişe dönmeyi. Füruzan’la, Tomris Uyar’la, Nezihe Meriç’le, Selçuk Baran’la, Tezer Özlü’yle, Sevim Burak ve nice kadın öykücülerle tanışmayı, söyleşmeyi, dertleşmeyi isterdim.  

(SERKAN SELİNGİL) 

 

 







 
Son Eklenen Haberler