3 Aralık 2024, Salı

Ayşe Hicret Aydoğan: ‘Dengede kalamayan her şey zıddını doğurmaya mahkûm’

30 Eylül 2024, Pazartesi 07:21

     


Başarılı çalışmaları, dikkat çekici, öyküleriyle adından söz ettiren ‘Mozart’ın Nasırlı Elleri’ kitabının yazarı Ayşe Hicret Aydoğan ile yazarlık hayatı ve edebiyat üzerine konuştuk. İyi okumalar.

Kitabınızın ismi oldukça dikkat çekici. “Mozart’ın Nasırlı Elleri” nasıl ortaya çıktı?  Kitabınızda öne çıkan karakterler veya öyküler var mı? Bu karakterlerin veya öykülerin sizin için özel bir anlamı var mı?

Öncelikle davetiniz için çok teşekkür ederim Serkan Bey. Mozart’ın Nasırlı Elleri bir anda kafamda oluşan bir isimdi. Mozart’ın yaşam hikâyesini yeni okumuştum. Özellikle Requiem bestesinin hikâyesi beni derinden etkilemişti. Nasırın ellerde olması ile piyano, müzik, Mozart’ın bir deha ve büyük bir insan olması ama yalnızlığının bağlantısı kuruldu zihnimde.

Öne çıkan karakterler konusunda şu ana kadar aldığım okur yorumlarından yola çıkarak söyleyebilirim. “Gece” karakteri üzerine çok fazla olumlu dönüş aldım. İpek Şal’daki şiddete maruz kalan kadın karakter hakkında da aynı şekilde. Bunun yanında piyano, beste isimleri, müzikle ilgili terimlerin metafor olarak kullanılması hakkında güzel yorumlar aldım. Müzikle her zaman iç içe bir hayatım oldu. Piyanonun ayrı bir yeri var benim için. Edebiyatın yanında bana derin bir nefes aldıran uğraşılarımdan biri müzik.

Benim için hepsinin ayrı bir hikâyesi var. Haklarında yazıya dökülen ve daha derinlerde olup dökülmeyen, satır aralarında kalan yönleri de var elbette. Bazen kadrajın dışında kalanlar asıl fotoğraf.

Öykülerinizde karakterleri oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz? Karakterlerinizin gerçek hayattaki insanlardan izler taşımasını mı yoksa tamamen kurgusal olmalarını mı tercih ediyorsunuz?

Tamamen kurgusal yazmıyorum. Yaşamadığım ya da içselleştiremediğim bir şeyleri yazmak benim için zor. Gerçek hayattan iz mutlaka taşır. Ancak elbette birebir yaşamımı ya da bir başkasının yaşadıklarını yazmıyorum. Günlük hayatta devamlı biriken bir şey hikâyeler.

Yaşamdaki zıtlık ve bu zıtlığın içindeki ahenk beni büyülüyor. Duygularımız için de geçerli bu. Duygularımızın düşüncelere ve en sonunda davranışlarımıza dönüşmesini de karakterlerde ya da tema olarak kullanmayı seviyorum. Yardımseverliğin, nezaketin, iyiliğin fazlasının zararlı olması gibi. Dengede kalamayan her şey zıddını doğurmaya mahkûm.

Yazmak öncelikle beni tekrar tekrar doğuran bir şey. Dolayısıyla kendi yaşamımın tezahürü olmasından memnuniyet duyuyorum.

Sizi tanıyabilir miyiz? Kendi okuma alışkanlıklarınız ve tercih ettiğiniz yazarlar kimlerdir?  Olmazsa olmazlarınız var mı?

Farklı disiplinlerle ilgili makaleler olmazsa olmazım. Edebiyatla ilgili de akademik çalışmalardan yararlanıyorum. Eleştirel bakışın gelişmesi adına gerekli buluyorum. Roman ve öykü dışında mektup, günlük ve söyleşi türündeki kitapları okumayı çok seviyorum.

Geniş kapsamlı bir okuma programım var. Eğitmen olarak çalışma alanlarım da edebî çalışmalarıma fayda sağlıyor. Duygusal zekâ, hikâye anlatıcılığı, enneagram eğitmeniyim. Yine yaşamın ve bilginin bütünselliği burada da ortaya çıkıyor. Öykü yazdığım için yalnızca öykü türüne yoğunlaşmış değilim.

Yazarlık felsefeniz nedir? Bir yazar olarak, edebî dünyadaki rolünüzü nasıl tanımlıyorsunuz?

Yaşama bir bütün olarak bakıyorum. İş hayatımız, ebeveynliğimiz, duygusal ilişkilerimiz, ailemiz... Tamamında kendimizi yansıtıyoruz. Becerilerimiz, yetkinlik alanlarımızı, geliştirmemiz gereken yönlerimizle bir bütünüz ve bunları ne kadar iyi tanıyorsak bir yaşam felsefemiz oluşuyor. Yazarlıkta da diğer bütün alanlarda olduğu gibi “kişisel marka” yaratmaya özen gösteriyorum. Hepimizin bir markası var. “Marka” deyince kibirli bir bakış gibi algılanabiliyor. Hâlbuki her ortamda, ailemizde bile bir algılanış biçimimiz var. Jeff Bezos’un çok sevdiğim bir sözü var: “Markanız, siz odada yokken, başkalarının sizin hakkınızda söyledikleridir.” diyor. Ben odada yokken ve bir gün dünyadan ayrıldığımda da iyilikle anılmayı isterim.

Edebiyat dünyasında dijitalleşme ve teknolojinin etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Geleneksel edebiyat ile dijital yazın arasındaki farklar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yapay zekâdan faydalanıyorum. Araştırmayı kolaylaştırması ve zaman kazandırması adına güzel bir bağ kurdum. Zararlı taraflarına odaklanıp “Ne olacak bu edebiyat dünyasının hâli?” diye düşünen biri değilim. Biraz daha içe dönük bir yapım var bu konularda. Çalışmak ve üretmek benim için çok önemli. Zararlı tarafları mutlaka var ama her yeniliğin var. İşime yarayan ve beni besleyen taraflarıyla kullanıyorum.

Dijitalleşme kısmına gelince; e-dergilerin çoğalması beni memnun ediyor. Her konuda niteliksiz ve nitelikli işler yapılıyor. Her şeyden haberdar olup kendi felsefemi oluşturduktan sonra yapıcı eleştiriden yanayım. Çözüm odaklı olmanın şikâyet etmekten daha iyi bir yol olduğu kanaatindeyim.

Yazarlık kariyerinizde en çok hangi hedeflere ulaşmak istiyorsunuz? Gelecek projeleriniz veya hedefleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Severek çalıştığım bir işim var öncelikle. Hem insan kaynakları alanında hem eğitmen olarak üretken olmama şans tanıyan bir görevdeyim. Bu konuda çok şanslı hissediyorum. Bununla birlikte anne olmak, eve, aileye dair sorumluluklarımın olması ve tabii ki yazan bir insan olarak her şeye yetişmenin mümkün olmadığını kabul ettim. Yazarlık bir kariyer mi bilmiyorum. Ancak her konuda elimden gelenin en iyisini yapma gayretindeyim. Yol nereye çıkar bilmiyorum ama zaten sonuçla ilgilenmiyorum. Azimle yürümeyi seviyorum. İlk kitabım çıkalı bir yıl oldu. Hemen yenisini yazmalıyım gibi bir düşüncem yok. Bu bir yılın muhasebesini yapmayı tercih ediyorum. İçime sinen işler yaptım. Ancak çok az öykü yazabildim. Bazen böyle olacak, her şey dört dörtlük olmayacak elbette.Yeni yıl için düşüncelerim, projelerim var. İkinci kitap için de tabii ki çalışıyorum.

Edebiyatın toplumsal değişim ve bireysel farkındalık üzerindeki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sanat ve edebiyatın iyi bir başkaldırı aracı olduğunu düşünüyorum. Belki sürekli bu konularda paylaşım yapan biri değilim. Ancak kendi alanım dâhilinde başkaldırarak yaşıyorum. Elimizden ne geliyorsa yapmalıyız diye düşünüyorum. Küçük ya da büyük. Çok fazla toplumsal sorun var elbette. Önce bireysel olarak farkındalığımız olacak ki topluma sirayet edebilsin. Hayattaki rolüm nedir, ne yapmak istiyorum, uğraştığım konuların bana ve çevremdekilere faydası ne? Bu sorularla hemhâl olmadan hayatla ilgili bir fikrimiz de oluşamıyor.

Okumamaktan kaynaklanan birçok sorun var. Hepimizin eksiklikleri de var elbette. Ama çözüm üretmeye de hevesli olmamız lazım. Sadece sorunları görüyorum sosyal medyada mesela. Analizler vb. Kendi küçük etki alanıma ama öncelikle kendime çeviriyorum bakışlarımı.

Kitabınızla ilgili aldığınız geri bildirimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu geri bildirimler yazma sürecinizde veya sonraki projelerinizde nasıl bir rol oynuyor?

Bu konuya dengeli bakmaya özen gösteriyorum. Olumsuz yorumlar da geliyor elbette. Hep övgü olsaydı sorun olurdu benim için. Üretmekten alıkoymamalı her iki yorum türü de. Gelişmem adına yapılan yorumlara çok değer veriyorum ve sonraki çalışmalarımda rehberim oluyor. Ama tamamen dışarıdan gelen onaya da odaklı değilim. İçime sinmeyen herhangi bir işin içinde olmak istemem.  

Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Yaşamın en sevdiğim yönü belirsizliği. Her an her şey olabilir. Böyle söyleyince olumsuz taraf akla geliyor olabilir. Ama başımıza gelen olayların -ayrılık, kayıp, toplumsal bozulma, depresyon, boşanma, işimizle ilgili sorunlar olabilir- olumsuz sonuçları olacağını nereden biliyoruz. Zamanla iyi ki olmuş da diyebiliriz, ki genelde böyle oluyor, ya da deneyim kazanmış oluruz. Korkmadan yaşamaya çalışıyorum. Ve herhangi bir şeye bir kutsallık, “o olmadan yaşayamam” gibi bir anlam atfetmiyorum. Bu sanırım en büyük özgürlük. Bu sebeple sihirli bir değneğe ihtiyacımız var mı; yaşamın kendisi her yönüyle sihirli.

(SERKAN SELİNGİL) 

 







 
Son Eklenen Haberler