HAZİNENİN ÜZERİNE OTURAN DİLENCİLER
11 Nisan 2023, SalıTweet |
Nazike YAŞIR
Bir yabancı araştırmacının ülkesinin değerlerinden habersiz biz Türkler için söylediği ‘’hazinenin üzerinde oturan dilenciler gibisiniz’ ’sözünü güzel ülkemizin çeşitli bölgelerini gezip gördüğümde sık sık hatırlarım. Sözde önceden hazırlık yapıp notlar alarak yaptığım gezilerde, gezi rehberimizin anlattıkları karşısında ağzım açık, ülkemin zenginliği karşısında bir kez daha ve yine bir kez daha hayranlık duyup dönerim gezilerden. Sadece tarihi zenginlik değil; jeoloji yani ülkemizin fiziksel yapısının değişimi, bitki örtüsü, doğa güzellikleri, kültürel zenginliği, mutfak kültürü açısından da olağanüstü bir zenginliğe sahip ülkemiz. Belki şöyle teselli edebiliriz kendimizi; hazine o kadar büyük ki dilenci hangi birine baksın?
Bugün Anadolu’da bizden önceki devletlere başkentlik eden antik ya da yaşamakta olan yetmişten fazla başkent var ve 42 ayrı uygarlık kurulmuş bu topraklarda. O yüzden “Türkiye bir açık hava müzesidir’’ deniyor. 12 bin yıllık bir tarihe Anadolu’dan başka dünyanın hiçbir coğrafyası sahip değil. Türkler Anadolu’ya adım adım yerleşirken daha önce bu topraklarda yaşayanları yok etmediler birlikte yaşam kurdular. Bu yaşam birlikteliği, kültür alışverişi sağladı ve ülkemizde muazzam bir kültürel zenginliği beraberinde getirdi. Bir Anadolu şehrini gezdiğinizde birkaç kilometre uzaklıktaki ilçeye veya köye gittiğinizde yemek kültürünün, yerel kıyafetlerin, yöresel oyunların, geleneklerin, türkülerin bile farklı özellikler taşıdığını görmek, insanı hayrete ve hayranlığa sürüklüyor sanki her şehir ayrı bir ülke gibi. Bu zenginliğin kıymetini bilmek ve korumak ancak farkındalıkla mümkün. Antik kalıntılar hakkında bilgisi olmayan yöre halkı bu alanlara ören demiş; tılsımlı, gizemli, beddualı yerler diye zihninde kurgulamış çarpılmamak için bu yerlerden uzak durmuşlar, zihinlerindeki bu kurgu antik kentleri korumuş ta ki toprak altında altın vardır hırsı yerini alıncaya kadar. Kimi antik kentlerin mermerleri ve taşları yerinden sökülüp sarayların malzemesine dönüşmüş. Dolmabahçe Sarayı’nın iç merdivenlerinde ve Kahire’deki Mehmet Ali Paşa Sarayı’nda Datça Knidos Antik Kenti Büyük Tiyatro’sunun oturma sıraları kullanılmış. Paris’te bulunan dünyanın sayılı müzelerinden Louvre Müzesi’ne en fazla eser bağışlayanlar arasında Sultan Abdülhamit’in de adı var. Louvre Müzesi nasıl Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosuyla simgeleşiyorsa İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Mona Lisa’sı da dünya çapında ünlü İskender Lahdi’dir. Sultan Abdülhamit, bu eseri isteyen Alman Büyükelçisi’ne hediye etmek istemiş ünlü arkeolog Osman Hamdi, benim cesedimi çiğneyerek bu eseri verebilirsiniz diyerek İskender Lahdi’nin ülkemizde kalmasını sağlamıştır. Ülkemizdeki kültürel zenginliğinin farkında olmak ve bu zenginliği korumak için halkla birlikte yöneticilerin de bilinç sahibi olması çok önemli elbette. Yurt yani çadır, yurdumuzu yani evimizi taşıdığımız yerleştiğimiz yerdeki kültüre faydan dokunuyorsa yurtseversin, saygılarımla…