CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL DÖNÜMÜ’NDE HATIRIMIZDA TUTMAMIZ GEREKENLER
17 Ekim 2023, SalıTweet |
Nazike YAŞIR
Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır. Cumhuriyet’in büyüklüğü de bundandır, hatırımızda tutmamız gerekir.
Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri…1854-1914 yılları arasında 41 kez dış borçlanma yoluna başvuran Osmanlı imparatorluğu, 1875 yılında moratoryum ilan etmiş ve borçlarını ödemek için alacaklıların da dahil olduğu Duyun-u Umumiye İdaresi altında Osmanlı İmparatorluğu en verimli kaynaklarından gelen gelirlerle 1922 yılına kadar bu idareyle ortaklaşa gelir ve borç ödeme denetimi gerçekleşmiştir. Lozan Antlaşması’yla yarı sömürge durumuna düşmüş imparatorluğun vergi gelirlerini denetleme görevi sona erdirildi. Kalan borç yükü imparatorluk toprakları üzerinde kurulan ülkelere paylaştırıldı ve en büyük borç miktarı Türkiye’ye düştü. İlk borcun alındığı 1854 yılından 100 yıl sonra 1954 yılında borcun ödenmesi tamamlandı. Moratoryum ilanı Adnan Menderes’in Demokrat Parti Hükümeti döneminde 1958 yılında ikinci kez gerçekleşti.(1) Moratoryum: Bir ülkede, savaş durumu ya da benzeri olağanüstü dönemlerde, devletin ödeme süresi gelmiş borçlarını yasayla ertelemesi.
Hatırımızda tutmamız gerekir ki ülke nüfusumuz son yüzyılda yedi kat artmıştır. Dünyada hiçbir toplum 100 yılda yedi kat nüfus artışına uğramamıştır. Anadolu’nun bu nüfusu ayakta tutabilmesi mucize gibidir.(2)
Hatırımızda tutmamız gerekir ki Osmanlı İmparatorluğu bilinçli bir tercihle imparatorluğun parçalanmaması için milliyet kavramını baskıyla geri plana itmiş, Osmanlıcılık hep ön planda olmuştur. Cumhuriyet rejimi Türk halkına kimliğini kazandırarak bir millet yaratmıştır. Bu konuyla ilgili etkileyici bir örneği notlarım arasında buldum: Türkiye’nin Osmanlı Döneminden bu yana değişimini inceleyen eserleriyle tanınan 1908 doğumlu Sosyolog Niyazi Berkes anılarında şu cümlelere yer verir: Jön Türkler Paris’te toplanıp kütüphanede çalışıyorlar. Oradaki memur merak edip soruyor: Siz kimsiniz? Biz Müslümanız, diyorlar. Onu sormuyorum, bakın şurada çalışan Rum, şuradaki Ermeni siz kimsiniz? Biz Osmanlıyız, diyorlar. Onu sormuyorum tabiyetiniz milletiniz nedir, diyor görevli. O zaman aklımıza geldi Türklüğümüz, baskı ortamında geriye itilmiş Türklük.
Hatırımızda tutmamız gerekir ki Atatürk Dönemi’nde 17 fabrika değil 17 ayrı sektörde fabrika kurulmuştur. Bu fabrikalar özellikle şeker fabrikaları; lojmanlarıyla, sosyal hayatıyla topluma yön veren merkezler olmuştur. Türk toplumunun birikimiyle oluşturulan bu fabrikalar bugün satılmış, kapatılmış ülke çölleştirilmiş, verimsizleştirilmiştir. Cumhuriyeti verimli bir toprak olarak tanımlarsak siyasal İslam bu toprağı çürütüp çölleştirmiş, verimsizleştirmiştir. Atatürk’le savaşmak yerine Atatürk’ü aşmak adına çalışılmalıydı. Atatürk’ü aşmak ona layık olmak demektir.
(1)Mahfi Eğilmez-Devletler Batar mı?
(2) )#Tarih dergisi Mayıs 2022