DEĞİŞEN ZAMAN DÖNÜŞEN İNSAN
11 Nisan 2017, SalıTweet |
Serkan SELİNGİL
Komşuluk… İnsanın toplum içindeki gerek ev, gerekse iş yaşantısındaki en önemli karakterlerden bir tanesi. Atalarımız komşu denince hemen akla gelen ‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, ‘Ev alma komşu al’ sözleriyle komşuluğun ne kadar önemli olduğunu belirtmiş zamanında. Yıllar ilerledikçe ve imkanlar geliştikçe günümüz modern, kentleşme sürecinde komşuluk gittikçe zayıflayan bir değer haline gelmekte. Genelde komşuluktan bahsedilirken ‘Nerede kaldı eski komşular’ diye başlarız hemen söze. Bir üst katımızdaki komşumuzun adını bile bilmeyiz mesela. Sadece simaen tanırız. Asansöre binince sahte bir merhaba ile geçiştiririz. Eve girince umursamayız. Öldü mü, kaldı mı? Aç mı, tok mu? Senelerdir aynı apartmanda oturan komşular vardır ama birbirleriyle konuşmazlar. Asansörde yan yana gelseler bakmazlar, günaydın-iyi günler gibi kavramları yoktur. Başlarını çevirirler birbirlerine ta ki üst komşunun bir şey silkelemesi, gürültü yapması, küvetinin akıtması, tuvaletinin tıkanması gibi durumlarda ya da apartmandaki birinin aidatı ödemeyip de kendisinin zarar görmesiyle aynı yerde yaşadıklarının farkına varırlar.
‘Akşam evdeyseniz size oturmaya geleceğiz’ cümlesini kuran şanslı çocuklardanım. Gerçekten de eskiden daha bir sıcaktı bu komşuluk ilişkileri. Misafir mi geldi? Ve o an yağ, şeker, tuz vb... bir şeyin eksik olduğunu veya bittiğini mi fark ettiniz? Komşu sizin acil durum çantanızdı. Sonrasında eksik şey eve alındığında tekrar komşuya geri verilirdi, komşu almazdı. Ya da ufak bir tamire ihtiyacınız mı var? belki komşu anlar diye ona danışılırdı. Yıllar içerinde bir akrabaya dönüşen, dost olan, sırdaş olan, çekinmeden kapısı çalınabilen ve çoğu zaman aileden biriydi komşu. Ben böyle komşuluklar gördüm hala da yaşanıyor bir yerlerde. Ebeveynlerim evde yokken beni arada bir kontrole gelen komşularımız vardı. Elektrik kesildiğinde anında gelip kapımı çalan... Tatile giderken anahtarımızı verdiğimiz, evimize girip çiçeklerimizi sulayan… Bunlar çocukken hatırladığım komşuluk anılarım... Daha çok güveniyorduk insanlara, herkesten şüphe duymadığımız, her bakıştan anlam çıkarmadığımız günlerdi. Komşuların önemi, komşuluğun sıcaklığı genelde zor günlerde belli olurdu. Zor günlerinizde size destek olan, acısını sizinle paylaşan komşular gerçekten insana ayrı bir güven ayrı bir huzur verirdi.
Esasında zayıflayan komşuluk ilişkileri yalnız ülkemize has bir durum da değil tabi. Komşuluk ilişkilerini yeniden canlandırmak amacıyla, insanların çevresinde yaşayanları tanımasını ve iletişim kurmasını teşvik amaçlı, ilk kez 17 Kasım 1999’da Paris’te kutlanmaya başlayan ve daha sonra her 17 Kasım'da ülkemizde ve bir çok Avrupa ülkesinde de kutlanan Dünya Komşular Günü etkinliği de oluşturulmuş.
Günümüzde artık klişe bir tabir olan 'komşuluk ölüyor' kavramının doğruluk payı gerçekten var. Bunu engellemekte bizim elimizde. Komşuluk ilişkilerinin zayıflamasının sebebi her neyse; gelişen teknolojinin yaşamı değiştirmesi, ekonomik koşullardan dolayı sınıflara ayrılma, siyasi düşünceler ya da vakit darlığı… ‘Nerede kaldı eski komşuluklar’ demek yerine, geçen zaman ve değişen yaşam koşullarına rağmen eskisi gibi olmasa da insanlarla sıcak ve samimi diyalog kurmanın yollarını aramalı. İlk adımı atmanın yolu da o kadar zor değil. İster merdivenlerde, ister asansörde ya da yaşadığımız çevrede karşımızdaki insana samimi bir gülümseme, ya da içten bir hal hatır sormak yeterli.
OKUMALI/BURADAYIM
Jonathan Safran Foer, uzun bir aradan sonra kaleme aldığı romanı Buradayım’da kendi hayatlarının çeperinde sıkışıp kalmış iki insanın, Jacob ve Julia’nın öyküsünü anlatıyor. Bir kadın ile bir erkeğin, bir anne ile bir babanın ve yaşamın dayanılmaz ve muhteşem yükünü taşımanın öyküsü bu... Dahası var ama: Sevdiklerine kıyamasalar da sevgiye kıyanların, kalp kırıklıklarını hayal artıklarıyla yamayanların ve bitirmeye çalıştıkları hayatlardan bir şeyler biteceğini umanların öyküsü. Jonathan Safran Foer, kendine özgü hassasiyeti, yaratıcılığı ve benzersiz icatlarıyla bu muazzam romanında bir evliliğin çöküşünü, bir ailenin yaşamını ve İsrail’in yıkımına neden olan büyük Ortadoğu savaşını anlatıyor ve olaylar, adeta ağaç halkaları gibi, okuru da sarıp sarmalayarak iç içe geçiyor. Her şeyin bitiminde ve kalbin en derinlerinde, sadece ama sadece sızılar kalıyor.
İZLEMELİ/ŞİRİNLER 3: KAYIP KÖY
Şirinler'in yeni macerasında ekip yine bir görev uğruna yollara koyulur. Gizemli bir harita ortaya çıkar ve gizli bir köyün yerini işaret eder. Bunun üzerine bu köyün güvenliği artık Şirinler'in ellerindedir. Şirine, Gözlüklü Şirin, Sakar Şirin ve Güçlü Şirin gizemli ormanda yolculuk ederek bu köyü keşfetmeye karar verirler. Ancak kötü kalpli Gargamel'in de bu haritadan haberi olur ve o da bu gizemli köyün peşine düşer. Artık bu köyü Gargamel'den önce bulmak Şirinler'in en büyük görevi haline gelir. Bu yolda Şirinler tarihinin en büyük gizemini de çözeceklerdir...
DİNLEMELİ/BİLİNMEYENLE KARŞILAŞMAK
Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu beraber yaptıkları Gülün Kokusu Vardı (1998) ve Anadolu Beşik (2000)’den sonra 17 yılın ardından tekrar müzik severlerin karşısına ‘’Bilinmeyenle Karşılaşmak’’ albümü ile raflardaki yerini almaya hazırlanıyor.Albümde Ağlama Yar, Mihrican mı Değdi, Ahçik, Sen Benden Gittin Gideli ve Eski Tüfek gibi eserleri kendilerine has tarzları ile sevenlerine ulaştırmakta.