‘BAK BEYİM SANA İKİ ÇİFT LAFIM VAR’
25 Ekim 2016, SalıTweet |
Serkan SELİNGİL
“Bak beyim, sana iki çift lafım var: Koskoca adamsın, paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz? Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor! Ama ben boşuna konuşuyorum... Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum....Sen büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey...Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm… yani Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın! Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz.
Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun! Dokunma artık aileme! dokunma çocuklarıma! dokunma oğluma! dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile...”
Hepimizin bildiği bu replik 1975 yılında çekilen ve 1976 yılında vizyona giren Bizim Aile filmine ait. Filmdeki ana karakterlerden Yaşar Usta’nın üvey oğlu ile gelinini ayırmaya çalışan Saim Bey’e verdiği tepkidir bu. Televizyonlarda yüzlerce kez yayınlanmasına rağmen her seferinde aynı heyecanla merakla izlenen bu film Gülen Gözler ve Neşeli Günler film üçlemesinin bir halkasıdır. Diğer iki filme göre daha dram ağırlıklıdır. Birlik olmayı, kenetlenmeyi, koşulsuz sevgiyi anlatır. Yani günümüzde sıkılmadan tekrar izlenilmesinin sebebi o samimiyete ve mutluluğa duyulan özlemdir. Birlik ve dayanışma, düşene yardım etme, başkasının mutluluğuna sevinebilme, üzüntüsüyle üzülebilme. İyi bir birey için gerekli olan özellikler. Yalnız kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor. “Ne kadar samimiyiz?” Kendimizi kandırmanın gereği yok. Ya da kandırmaya devam da edebiliriz ben merkezli yaşamaya devam ederek. İşimiz düşmedikçe dostlarımızı, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı hatta maalesef aile bireylerimizi bile aramıyoruz. Bırakın komşumuzun üzüntüsünü, komşumuzun kim olduğundan bile haberimiz yok. Selam vermiyoruz, tebessüm etmiyoruz. Selam verip tebessüm edene tuhaf tuhaf bakıyoruz hatta. Oysa reklamlardaki o koca yaşam merkezlerinin daha çok satması için hazırlanan reklam senaryoları nasılda 70’li yılların aile filmlerine benziyor. Komşuluk ve esnaf figürleri özellikle. Gerçekten de başkasının acısına üzülüyor muyuz? Yoksa sosyal medyada bir-iki gönderi paylaşıp vicdanımızı rahatlatıyor muyuz? Ya da mutluluğuna ortak oluyor muyuz? Sevincini paylaşıyor muyuz? Yoksa yapay bir gülümseme ile kıskançlık mı yaşıyoruz. Bu sorulara dilediğiniz gibi cevap verebilirsiniz. Ama insanın kendini kandırması hoş bir durum değil. Evvela Samimiyet! Sonra her şey düzelir. Nazım Hikmet’in ‘Güzel Günler Göreceğiz Güneşli Günler’ şiirindeki gibi güneşli günleri görebilecek miyiz? Ülke olarak acılardan, gözyaşlarından kurtulacak mıyız? Yaşar Usta ve ailesi gibi tek bir yürek olup kötülüklerin üstesinden gelebilecek miyiz? Birbirimizin acılarını anlayıp çözüm olacak mıyız? Birlikte sevinç gözyaşları dökebilecek miyiz? Yoksa günümüzün Yaşar Usta’ları Saim Bey’lere yenik mi düştü? Bu olmasını istediğimiz en son şey olur. Hepimiz kaybetmiş oluruz. Kazanan gibi görünenlerin zaferleri de pek kalıcı olmaz. İnsan umut ederek yaşar “Güneşli Güzel Günler”i görmek ister. O halde kendimize sorduğumuz ne kadar samimiyiz sorusuna en içten cevabı vermemiz gerekiyor. Bunu yapmak zor değil, iyi bir birey olmak mümkün. Yeter ki isteyelim. O zaman tüm kötülüklere karşı şu cümleyi rahatça kurabiliriz, “Bak beyim sana iki çift lafım var…”
OKUMALI/SENİN İÇİN ENGİNAR SAKLADIM
Olasılıklarla yaşayan bir baba, klasik film tutkunu bir anne ve ortinolog (kuşbilimcisi) olmak isteyen bir çocuk üçgeninde hayat… Tutkularının önüne geçemeyen bir çapkın. İzmir Dario Moreno Sokağı’nda kahve molası. Asansör’de sevişmeler…Ve AŞK mesafeleri sever…On sekiz yıl sonra gelen mesaj. İstanbul’da farklı mekânlar, Beyoğlu’nda barlar ve sürprizler. Ağrı Dağı eteklerine uzanan bir yolculuk ve mor çiğdemler… Geçmişini sorgulayan bir oğul… İki erkek arasında rekabet; bilek güreşi ve değişen güç dengeleri...Silah, hem hayat hem ölüm olunca... Ecelin gölgesinde, korkular ve endişeler… Son söz yazı ve tura olduğunda… Geçmişin hoyrat rüzgârlarında talan olmuş bir ev ve yıllar önce buzdolabına bırakılan not : “Senin İçin Enginar Pişirdim.” Bitmesine üzüldüğüm ve tekrardan okumak isteyeceğim kitaplardan birisi. Halen Türkçe öğretmenliği yapan yazar Salim Nizam okuyuculara güzel bir eser sunmuş.
İZLEMELİ/CEHENNEM (INFERNO)
Venedik'teki bir otel odasında uyanan Robert Langdon neler olduğunu ve oraya nasıl geldiğini hatırlamamaktadır. Kendisine neler olduğunu hatırlayabilmek için ona yardım etmeye çalışan doktor Sienna Brooks'la birleşirler. Langdon ve Brooks cevapları aramak için Avrupa'yı dolaşmak zorunda kalırlar. Bu kez de İtalyan ozan ve politikacı Dante'nin İlahi Komedya kitabıyla bağlantılar bulmaya başlar. Zamanla ortaya çıkan ipuçları bir felaketi işaret etmektedir. Çok zengin bir işadamı kısa bir süre içinde dünyaya veba salgınını yayacaktır. Dünyanın başına gelebilecek bu felaketi engellemenin tek yolu Landgdon'ın neler olduğunu hatırlamasıdır...
Dan Brown'ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin başrolünde Tom Hanks yer alıyor. Daha önce Brown'un Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar kitaplarının da uyarlamalarında ana karakter Robert Langdon'ı canlandıran oyuncuya başrolde Felicity Jones eşlik ediyor. Filmin yönetmenliği Ron Howard üstleniyor. Uyarlamanın senaryosu ise David Koepp'e ait.
GÖRMELİ/ Myrina Antik Kenti
Doğa ve tarih severler için görülmesi gereken bir yer Myrina antik kendi. Adını bir Amazon Kraliçesi olan Myrina'dan alan Myrina Antik Kenti, Aliağa sınırları içerisinde yer almakta.
Ailos bölgesinin önemli kentleri arasında yer alan kent, Çandarlı Körfezi'nin en son koyunda konumlanmıştır. Hakkında kesin olarak bilgi bulunmayan Myrina Antik Kenti'nin M.Ö. 1000 yıllarında kurulduğu ve Yunanistan'dan gelen toplulukların yerleştiği düşünülmektedir.
Aynı zamanda köklü bir tarihi ve zengin kalıntıları vardır. Özellikle 1874 yılında yapılan bir arkeolojik kazıda bu bölgede beş bine yakın mezar çıkartılmıştır. Figürler, mimari frizler, lahit kapakları, mezarlar ve diğer önemli parçaları… İzmir'in tarihine zenginlik katan Myrina Antik Kenti ziyaretçilerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor.