KIRMIZI ŞERİTLİ MADALYALAR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
5 Şubat 2018, PazartesiTweet |
Cevat YILDIRIM
İlkokul öğrenimimde ve ortaokul çağlarımdayken Milli bayrama katılan Ankaralı Mustafa Çavuş’un kırmızı şeritli madalyası ile boy göstermesi daima dikkatimi çekerdi. Çavuş amca aslen Ankara’nın köylerindendi. Ordu ile birlikte İzmir’e oradan da Güzelhisar’a gelmiş. Buraya yerleşmiş, ev bark sahibi olmuş. Madalyası ile övünç duyardı.
Bundan on- on beş yıl kadar önce Foça’da oğlumun dükkânına İstanbullu olduğunu söyleyen bir vatandaş geldi. Elinde rengi zamana yenilmiş, sarımtırak üç ayrı sayfada Osmanlıca yazılı kâğıt vardı. —Bunlar nedir? Babamdan kalan mallar mı? Dedi.
Baktığımda ne olduğunu anlasam da fotokopi alıp eve götürdüm. Asıllarını da getiren kişiye verdim. O gece onları hemen okudum. Birincisi Çanakkale Savaşına teğmen olarak katılan baba, savaşta üst teğmen oluyor. Enver Paşa tarafından kutlama belgesi ile ödüllendiriliyor. Rütbe artınca kişiyi Kafkas Cephesine gönderiyorlar. Buradaki başarısından dolayı da padişah Sultan Reşat tarafından belge ile ödüllendiriliyor. Rütbesi yüzbaşılığa yükseltiliyor. İş bitmiyor. Yurda döndükten iki yıl sonra Türk Kurtuluş Savaşına katılan kişinin rütbesi kıdemli yüzbaşılığa yükseltiliyor, TBMM tarafından İstiklâl Madalyası ile onurlandırılıyor Birkaç gün sonra dükkâna gelip, yazıları sordu. Kendisini kutladım. –Ne mutlu gazi bir babanın evladısın. Dedim. Adam eline verdiğim belgelere acayip bir şeymiş gibi bakarken teşekkür bile etmeden çıkıp gitti. Onun şöyle söylendiğini duydum.
—Bu kadar madalya alıp kâğıt bırakacağına toprak bıraksaydın be baba!
Belgeleri bugünkü harflerle yazıp verdiğim iş için çok hayıflandım.
Dedem Mehmet oğlu Mehmet’in 1916 yılında Kafkas Cephesinde Ruslarla çarpışırken şehit olduğunu elli yaşımdayken, Milli Savunma Bakanlığı belgelerinden öğrenebildim. Babam babasının şehit mi, kayıp mı olduğunu öğrenemeden bu dünyadan ayrıldı. Biz devletimizden herhangi bir karşılık beklemiyoruz. Eğer genç olsaydım yurdu savunmak için her harekâta gönüllü katılmak isterdim. Zira vatan savunmasının kutsallığını bize çocuk yaşlarda kulağımıza fısıldadılar. Bugünkü Aliağa’ya ilk yerleşenler Kurtuluş Savaşı sırasında burada değillerdi. O nedenle şehitlik beratları elbet yoktur. Bundan on yıl önce Çanakkale şehitliğinde huzurla yatan şehitlerin içinde Aliağa köylerinden olan beş-altı kişinin isimlerini bulup bu gazetede yayınladım. Eğer dedeniz bu savaşa katılmışsa bana ve Aliağa Ekspres gazetesine bilgi verin araştıralım diye yazdım. Ne bana, ne gazetenin yazı işlerine hiç kimse müracaat etmedi.
Aliağa’da Kore Savaşına, Kıbrıs Barış Harekâtına elbet katılanlar var. Gazete haberlerine göre, yurdun değişik yerlerinde altmış ve kırk yıl sonra madalyalar verilmiş. Bizim kasabamızda da böyle madalya ve beratlar varsa sahip çıkılması yerinde olur.
Osmanlı döneminde ilk madalyalar 1730 yılında çıkarılmış. Liyakat madalyası, Yunan muharebe madalyası, Tahlisiye (kurtuluş) madalyası, Silistre madalyası gibi bazı madalyalar verilmiş. Bunların hepsinin elbet bir değeri var. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin verdiği madalyanın tarihi ve manevi anlamını çok önemli buluyorum.
Aliağalı mahalli siyasetçilerden ricam şudur ki Afrin harekâtına Mehmetçiklerimizin morali ve halkımızın birliği açısından destek verdiğimizi belirtmek zorundayız. Atatürk “Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadığı sürece harp bir cinayettir.” Dediği gibi Amasya genelgesinde “Vatanın bütünlüğü milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Deyip fikirlerini belirtmiş.
Büyük kurtarıcının söylediği gibi savaş asla hoş görülmez Afrin’den topraklarımıza sızıp, milletimizin huzurunu bozan terörist olayları görmeyelim mi?
Geçen ay hemşerilerimizin başlattığı “neredeydik, nerelere geldik?” (Çınaraltı sohbetleri) konulu toplantılara her yönüyle destek verilmesini Aliağa’yı sevenlerden rica ediyorum.