ANA SEVGİSİ
8 Mayıs 2020, CumaTweet |
Cevat YILDIRIM
Küçüktüm. Ufacıktım. Dedemin keçileri içinde bir “öksüz oğlak” vardı. Ne zaman ağıla girsem gözlerim boynu çifte küpeli öksüzü arardı. Keçiler dağdan dönünce her oğlak annesine giderdi. O yavru bir o tarafa bir bu tarafa koşar, annesini arardı. Diğer keçilerden tos yerdi. Oğlak aç kalırsa bütün gün melerdi. Ninemle ikizinin birisi ölen kıvrık boynuzlu keçiyi birimiz boynuzundan birimiz ayaklarından tutar öksüzü beslerdik. Ne zaman hayatta bir takım aksilikle karşılaşsam öksüz oğlak akıma gelir. Diğer keçiler ona boynuzunu vurdukça yüreğim sızlardı. Acaba öksüzle aramızda oluşan bu gönül bağı mı vardı?
Büyüdüm. Sevdim. Sevdiğim kızla evlendim. Çocuklarımız oldu. Evde olduğum günlerde eşimin çocuğumuza nasıl süt verdiğini, onunla nasıl iletişim kurduğunu gözlerdim. Daha geriye gidersem altı aylık hamile iken bana karnına dokundurur, bebeğimizin hareketini hissettirirdi. Geceleri bazen uyanıp, beşiği sallasam da onun sevecenlikle yavrumuzu besleyişini hiç unutamam. Yavrumuzla daima konuşur, kelimeleri doğru söylemesine öncülük ederdi. Demek ki “ana dil” anneden öğrenilirdi. Yine elinden tutup yürütürdü. İlk adımlarını attığında ne kadar sevinirdi. Ninnilerinde “benim yavrum büyüyüp paşa olacak-adam olacak derdi. Bizim çocuklar paşa olmadıysa da adam oldular. Kendi işlerini kendileri gördüler. Ayakları üstünde durmayı becerdiler. Baba olarak çocuklarımı ne kadar sevip, ilgilensem de annelerinin hakkı ödenmez.
Gurbette öğrencilik yıllarımda nahoş bir durumla karşılaştığımda geceleri yatağımda battaniyeyi başımdan yukarı çeker, gizlice ağlardım. Aklım erdiğinden bu yana göğsümde hep bir boşluk hissederim. Acaba annemi bebeklikte kaybettiğim için mi diye kendime sorduğum zamanlar hep oldu. Genç yaşlarımda radyodan bir türkü yükselirdi çevreye. “Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş…” Demek ki bizim sevgi ilacımız biraz eksik kalmış. Yine ortaokula gidip tarihten anlam çıkarmaya başladığımda ünlü Türk ve dünya büyükleri gelirdi aklıma Acaba Atilla’nın, Çaka Bey’in, Yıldırım’ın, Fatih’in, Michael Ancello’nun ve Atatürk’ün anneleri onları nasıl yetiştirdi ki böyle başarılı oldular. Mutlaka anneleri ışık olup yol göstermişti. Annemi bir kere görebilseydim anne beni karnında taşırken hissettiklerin neydi diye sorardım. Cennete mektup gönderilmiyor ki sorabilsem. Çocuğunu seven her annenin yeri öbür âlemde en yüce yer olur diye düşünüyorum. Peygamberimiz de “cennet anaların ayağı altındadır” diyerek annelere verilmesi gereken değeri belirtmiştir.
“Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz” diye bir atasözümüz vardır. Delikanlılık çağımızda iken Bağdat yerine İstanbul denirdi. Bağdat’ın da İstanbul’un da anası ağladı. Bandırma’dan vapurla İstanbul’a giderken uzaktan güzelim Süleymaniye Camii, Kız Kulesi ve diğer tarihi eserlerin gölge gibi dış hatlarını görüp içimiz coşardı. Nasıl yüksek kuleler görüntüyü yok etmişse, eğitimsizlik, işsizlik, besinsizlik İstanbullu annelerin sevecenliğini azalttı mı diye düşünürüm. Kıyamam onlara, yurdumuzdaki tüm anne adaylarının ve annelerin eğitime ve işe ihtiyacı vardır deyip düşüncelere dalıyorum. Korana günlerinde anneler aş ve iş bulursa yavrularının elinden daha sağlamca tutacaktır.
Yazdıklarıma baktığımda evlatların anne özlemini anlatmışım. Bir de anne üzerinden onların duygularını yazmak isterdim. Bunu anlatmak kolay değil. O sevgi yolu, annelerin içinden coşup dökülen açıklanmayan devamlı akan bir sevgi şelalesidir.
Büyük Atatürk; “Kadının en büyük vazifesi analıktır” der. Kadın o görevini öyle bir yerine getir ki onu açıklamak için bin kitap yazılsa az gelir. Ana sevgisi tüm sevgilerin kaynağıdır. Anaların günü her gün olsun. Kutlu olsun.