GİT GEMİ DEMİR ATMA BU LİMANA
27 Aralık 2016, SalıTweet |
Cevat YILDIRIM
Molla Mümin’i “Bulgar eşkıya vurdu dediler” Ancak gören bilen çıkmadı. Onun yetimleri dedeleri Salih Ağa’nın gözetimindeydi. Torunlar babalarından kalan koyunları otlatırdı. Beşik gölü civarı onların merasıydı. Langaza’da(*) ayrıca Ayvasil isimli bir göl daha vardı. Bu göl de kazanın önemli göllerinden biriydi. Çocuklar baba mesleğini seviyordu. Yün ve kuzu satımından dolayı geçimleri iyi sayılırdı.
Salih Ağa’nın Langaza yakınlarında dört dönüm kadar bağı vardı. Bu yıl ürün çok bereketliydi. Yusuf torunlardan büyüğü idi. Yaşı onyediyi bulmuştu. Bağlarda çalışacak, toplanan üzümü fabrikaya at arabası ile taşıyacaktı. Dede torunlarının koyunlarını otlatması için bir haftalığına haylaz İstepan’ın oğlu Apostol’u çoban olarak görevlendirdi. Apostol koyunları otlatırken Yunus da çobana yardım edecekti. Yunus yoz koyunların çobanıydı. Yusuf doru kısrağı arabaya koştu. Dedesini de yanına oturttu. Üç kilometre ilerdeki tepenin yamacında uzanan bağa doğru beygirin yönünü çevirip, karaağaçların ve çınarların arasından hareket etti. Çardağa vardıklarında amelenin işe başladığını gördüler. Üzümler çitin yanındaki sergi alanına dökülmüştü. Salih Ağa arabadan torununun yardımıyla indikten sonra çalışanlara seslendi:
—Kolay gelsin Bre!
Çalışanlar iki büklüm olmuş bellerini doğrultarak hep birden,
—Sağolun diye cevap verdiler.
Yusuf atı çözmeden amele başı Dimitri ile sepet ve tahta kasalarla toplanan üzümleri araba kasasına boşalttılar. Yeni toplanacak üzümleri küfelerle kilimlerin üstüne dökmelerini tembihledikten sonra kısrağa “haydi deaah” deyip üzüm ezimevinin yolunu tuttu. Dedesinin verdiği deri kamçıyı boşluğa savurdu. Deriden ıslık gibi bir ses çıktığında kısrak bütün gücüyle hamutlara yüklendi. Bir de hafiften türkü tutturdu.
“ Perperik boylarında/ Dolma boylu Feride’m,
Tütün mü dikersin/ Tütün değil meramın
Mehmet’ini mi beklersin” Son mısrayı değiştirip,
Yusuf’unu mu beklersin diye telaffuz ederken kamçıyı havada şaklattı. Derinin çıkardığı tiz sesten ürken, pürenlerin arasından bir arı kuşu havalandı, kuzeye doğru pike yaptı. Akşam serinliğine dek araba gelip gitti. Bağın tamamındaki üzüm kesilemedi. Ertesi günü aynı amele ikindiye kadar çalıştı. İş bitiminde Salih Ağa kasabadan getirdiği helvayı işçilere dağıttırdı. İş bitimi tatlı yemek, Türklerin güzel bir geleneğiydi.
Yusuf dedesini kendi evine bıraktı. Kısrağın önüne göl kenarında dayıbaşının topladığı otlardan bir kucak attı. Annesi, kardeşleri Yunus ve Emine’nin oturduğu eve gitti. Üzüm fabrikasının sahipleri Selanik’te oturuyordu. İki gün sonra dedesiyle vilayete gidecek, beyaz kuleyi görecekti. Belki dedesi ile deniz kenarında çay içecekti.
Bağ işleri bitti. Koç katımı mevsimi gelmeden çayırlıkta biçtirdiği otları samanlığa taşıttı. Kardeşi Yunus medreseye gitmeyecekti. Ancak Emine kızın ilkokula gitmesi gerekirdi. Geçen yıl ikinci sınıftan üçe geçmişti. Dramalı annesi kızının okumasını arzuluyordu. Yusuf Selanik’ten annesine ve kardeşine fistanlık, Yunus’a da bir çakı aldı. Onların sevinci hoşuna gitti. Yusuf’tan mutlusu yoktu. Bugünden sonra koyunlara daha iyi bakacak. Çok miktarda süt elde edeceklerdi. Annesi ile Mesude kadın bahar ve yaz boyunca beyaz peynir yapacaktı. Bu kere peyniri Limnililere vermeyecek İstanbul’a Hayrettin kâhya ile birlikte götürecekti. Sabah erkenden ağıla gitti. Ağılda Karakoç ile kıvırcık koyun yoktu. Acaba kurt mu kaptı diye aklından geçirdi. Buralarda hiç kurt görülmemişti. Fundalıklarda çakal, tilki, tavşan vardı. Gölde de porsuk görmüştü. “Apostol sattı mı” diye düşündü. Fakat bu temiz yürekli adam, asla böyle bir şey yapmazdı. Kardeşine sordu. Yunus da bir şey bilmiyordu. Dedesinin duvarında asılı duran martinisini kepeneğin içine soktu. Dere boyu yürümeğe başladı. Kaplıcanın yanından geçti. Tepeye tırmandı. Hacı Hasan çeşmesine doğru indi. Çeşmenin arkasındaki yabani böğürtlenlerin arasında kara koçun kafasını gördü. Demek ki birileri çalmış, çeşme başında kesip yüzmüş. Kelle ve bacakları sağa sola atıvermişti. Ağıla çekinmeden gelen biri vardı. Acaba kimdi?
Kardeşine bir şey söylemedi. İki gün sonra ağılda yatmaya karar verdi. O gece ayın aydınlığı vardı. Gelen giden olmadı. Boşuna evham mı ediyordu? Ağılda kalmayı sürdürdü. Bir hafta sonu bulutlu bir gündü. Atlı ve yamçılı bir adam geldi. Köpeğe et verdi. Ağılda koyunların arasında dolaşmaya başladı. Yusuf nefes bile almadan içeri giren adamı gözlüyordu. Besili bir koyunun dört ayağını bir araya getirip, bağlamaya başladı. Yunus:
—Dur ne yapıyorsun, der demez koştu atın üstündeki silahını aldı. Delikanlı ondan önce davranıp martininin tetiğini çekti. Koyunu götürmek isteyen adam saman çuvalı gibi atın ayakları dibine yuvarlandı. At korkup uzaklaştı. Ağıldan çıkan delikanlı bir süre bekledikten sonra adamın düştüğü yere gitti. Yerde yatan hırıltılı sesler çıkarıyordu. Az sonra toprağın üstüne boylu boyunca uzandı. Yanına varıp, cesedi kavaklığa doğru sürükledi. Yağmur yeniden başlamıştı. Kepeneğe sarılıp aşağı mahalledeki evlerine geldi.
Bütün gece uyumamıştı. Annesi onun yüzünden bir şeye üzüldüğünü anladı. Fakat ona herhangi bir açıklamada bulunmadı. Ortalık ağarırken dedesinin evine gitti. Dedesinin evi büyük camiden üç ev ötedeydi. Dedesine akşam başından geçenleri olduğu gibi anlattı. Salih Ağa: - Hiç telaşlanma, Yunus’u da al birlikte ağıla gidelim dedi.
DEVAMI YARIN...