BİR KIYI KENTÇİĞİNİN KURTULUŞU
12 Eylül 2020, CumartesiTweet |
Cevat YILDIRIM
Aliağa Çiftliği’nin “Kurtuluş Günü” olarak bilinen 13 Eylül gününü kutlamaya başlayalı on yılı geçti sanırım. Tabii ki bu dört başı mamur bir kutlama değil. Atanmış ve seçilmiş büyüklerimiz henüz konuya tam katkı koymadı. Geçmiş yıllarda bir kere bir belediye başkanı sizi izlemeye geldim diyerek; yarı gönüllü bir biçimde grubun içine girdi. Orada bulunanlar kimler miydi? Aliağa ADD şubesi üyeleri, Emekliler Derneği ve bazı diğer dernekler, bir kısım aydınlar Atatürk Ortaokulu’nun önüne geldiler, çevre ilçelerden gelen Atatürk’ü seven kimi kişiler de bizlerle birlikte oldu. Katılan tüm kurum ve kişilere yürekten bir selam gönderiyorum. Peki, Aliağa kurtulmadı mı? 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar’da “Başkomutanlık Savaşında” emperyalistlerin güdümünde bulunan tam donanımlı Yunan Ordusu, perişan oldu. Fakir, giyimi ve teçhizatı yetersiz azimli Türk Askeri önce Afyon civarındaki tepelerde düşman askerini perişan etti. Altı ay sökülmez denen Yunanın yığınakları, on beş saatte yıkıldı. Yerinden sökülen düşman ordusu Kütahya Dumlupınar mevkiinde toplandı. Burada yeni bir savunma hattı kurmak düşüncesine girdiler. Türk ordusu yetişti. Düşmanı kuşattı. Mustafa Kemal’in Başkomutan olarak idare ettiği savaşta, Yunan Ordusunun büyük kısmı imha edildi. Kaçabilenler İzmir Limanına ve Ege Denizi kıyılarına doğru kaçıyor ve geçtikleri yerleri ateşe veriyordu. Türk askeri kaçanların peşinden sel gibi aksa da kaçana, zalimlere yetişmek olası değildi.
O yıllarda Aliağa nasıl bir yerleşimdi? Kurtuluş Savaşı sonunu kadar Ortodoks inançlı kişilerin yaşadığı bir kasabacıktı. 1913 yılında Makedonya’nın Koçana kasabasındaki Türkler Bulgar ve Arnavut çetelerinden zulüm görünce Anadolu’ya göçtüler. İzmir Vilayetine ulaşan muhacirlerden yedi-dokuz hane kadar Aliağa Çiftliğine gönderildi. Amaç Aliağa’da yaşayan halk ile kardeşçe bir yaşam sağlamaktı. Göçmenler bir yıl kadar, Güzelhisar ve Helvacı gibi köylerde misafir edildiler. Daha sonra Aliağa Çiftliğinde boş evlere yerleştirildi. Önceleri geçim normal yollarla oldu. 1919 yaz başında Yunan askeri İzmir ve çevresini işgal edince durum değişti. Aliağa’da bulunan Türkler Yunan askerinden ve yerlilerden acılar gördü. Eziyete dayanamayan Koçana muhacirleri Balıkesir, Kütahya, Adapazarı gibi kentlerin kaza ve köylerine doğru yeni bir göçe başladı. Kurtuluş savaşı süresince gittikleri yerlerde yaşadılar. Helvacı Köyde kalanlardan bir aile tanıdıkları köylülerden bazıları ile Dumanlı Dağa çıktılar. Galip Aga der ki; “bu kişilerden biri de Balıkçı Sait’in babası Esat’tı”
Köyler halkı kendi işiyle uğraşsa da Yunan jandarmasından baskı gördü. Jandarma atını, öküzünü, davarını alıp götürdü. Bir sohbette babam şöyle demişti. “On bir yaşındaydım. Eşeğe elli altmış kilogram kadar buğday yükledim. Çıtak köyüne değirmene gidiyordum. Arkadan dört Yunan askerinin geldiğini fark ettim. Onlara görünmemek için İnice deresine eşeği ve kendimi sakladım.” Yakalananların hayvanı elinden alınıyordu. Yuntdağ’dan bazı zaman Türk çetelerinin geldiğini ve düşman askeriyle küçük çapta çarpışma yaptıklarını ihtiyarlar anlatırdı. Fakat savaş yıllarında sağ olanların yaşadıkları dönemde bizler çok küçük olduğumuz için yaşlılara olayları soramadık. Anlatımları ikinci kuşaktan dinledik.
Orta Anadolu’dan gelip Aliağa’ya yerleşen bazı vatandaşlarımız eski anma günlerimizde bana sordular. “Burada göğüs- göğse bir çarpışma oldu mu, niçin 13 Eylül gününü anıyoruz.” Evet, Aliağa’da Afyon’da olduğu gibi savaş yoktu. Fakat halkımız maddi manevi sıkıntılar çekti. Güzelhisar ve diğer köylerden bazı kişilerin düşmanın cephane kollarına saldırıp hücum ettiklerini, ikinci kuşaktan dinledik. Aliağa- Bergama yolunda düşmanın cephane ve yiyecek kollarına saldıranlardan biri Güzelhisarlı Hoca dedem olduğunu bizden büyük kişilerden öykü gibi dinledim. Yine dedem atlarını “Kuvayı Mlliye’ye” verdiğini söylerdi. Tekâlifi Milliye yasasına göre çamaşır ve ördükleri yün çorapları gönderdiklerini yaşlı kadınlardan duydum. İzmir- Bergama işgal edildikten sonra Yunan askerinin her türlü eziyetini Aliağa köyler halkı yaşadı.
30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar’da Başkomutanlık Savaşında Yunan askeri büyük darbe yedi. Başkomutanları da esir oldu. Ordumuz 9 Eylül günü İzmir’e girdi. Fakat kaçanlar hala etrafı yakıp yıkıyordu. Halka zarar veriyordu. Aç, uykusuz yorgun düşman tenha yerlerde evlere damlara girip saklanıyordu. Türk Ordusunun İzmir’i kurtarmakla işi bitmiyordu. Kaçanlar hala hayvanları sürüyor ve yükte hafif, değerde ağır kıymetli nesneleri bulduğu anda alıp koynunda saklıyordu. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa, Foça, Aliağa, Bergama, Ayvalık ve Edremit taraflarının düşmandan temizlenmesi emrini verdi. 2.Süvari Tümeni, 7.nci ve 14 piyade tümenleri 13 Eylül günü çevreyi tarayarak Aliağa’dan geçti. İlçemiz Aliağa’da üç- beş yaşlı Rum’dan başka kimse yoktu. Güzelhisar kitabımın üçüncü baskısının 268.ci sayfasında konuyu yazdım. Merak edenler bulup okuyabilir. Selim Erkmen de Çakır Ali’den ve Refet Kayakıran’ın torunlarından aldığı notları geçmiş yıllarda yayınladı. Böyle anekdotları olan Aliağa çevre köyü insanları bildiklerini yazıp Selim Bey’e versin. Yeterli materyal toplayabilirsek bunları kişi isimleriyle yayınlarız. 13 Eylül günü, Samurlu’dan Uzunhasanlar’dan yeni yetme gençlerden birkaçının, Aliağa’dan piyademizin marş söyleyerek geçişini izlediklerini kendilerinden çocukluğumda dinledim.
Bu yıl Covid-19 nedeniyle tam arzu edilen şekilde kutlanmasa da şehrimizin, Aliağa Atatürkçü Düşünce Derneği öncülüğünde Türk Bayrakları ve Atatürk resimleri ile donatılacağını biliyorum.
İlçemiz halkına diyorum ki: “Kurtuluş Günü”nüz kutlu olsun “
Cevat YILDIRIM