UYGARLIK VE KADIN
5 Aralık 2017, SalıTweet |
Cevat YILDIRIM
1951 yılıydı. Okula gitsem de öğrenci değildim. O yılın Cumhuriyet Bayramında okuduğum “Ana sevgisi” şiiri bittiğinde köyün tüm kadınlarının gözleri yaşla dolmuştu. Nedenini bir türlü anlayamamıştım. Kadın, ana, Türk kadını, dünya kadını, medeniyet, eşitlik, insanlık, miras, eğitim gibi sözcüklerin anlamını ancak yıllar sonra öğrenebildim.
İlk kez 1953 yılı 10 Kasım günü ilkokuldaki öğretmenimiz Atatürk’ün Naaşının Etnografya Müzesinden Anıtkabir’e taşınmasını radyodan dinletmişti. Çocukluğum ve vericinin yetersiz oluşu nedeniyle önemini kavrayamadım. Yıllar sonra 1971 yılı sonbaharında Ankara’daydım. Aslanlı yolu geçerek Atatürk’ün yattığı yerin üst bölümüne ulaştım. Burada bulunan lahit taşının önünde saygı duruşunda bulundum. Sonra Türk Ulusunun çeşitli özelliklerini gösteren isimler verilen kuleleri de dolaştım. Atatürk Müzesi olarak kullanılan salonu, odaları gezdiğimde tavanda gözüme çarpan Atatürk’ün altın yaldızla yazılmış sözleri oldu. Hemen odanın girişindeki tavanda okuduğum söz şöyle idi .
“Medeniyet kadının eseridir”
Medeniyet neydi? Niçin kadının eseriydi? Uzun uzun düşündüm. Medeniyet insan topluluklarının yüzyıllar boyunca ortaya koydukları düşünce, bilim, sanat ve kültür alanındaki eserler değil miydi? Bunların hepsini kadınlar mı ortaya koydu? Onların elleri, onların beyinleri, onların gözleri mi bunları başardı? Amazonlar neredeydi? Eserleri hangileriydi? Ninemin masallarında devler, dev analar, güzel işler yapan kadınlar vardı elbet. Tarih kitaplarında heykellerini gördüğümüz Ana tanrıça Kybele heykelleri niçin yapıldı? Ana tanrıça bereketin, ürünlerin, anlatıların sembolüydü. İ.Ö toplumlar, Ana Kadın’ın heykelini niçin diktiler? Çocuğu dünyaya getiren, onu besleyen, konuşmayı öğreten, gideceği yolu gösteren, yavruyu ışığa yönlendiren analar birer kadın değil mi? O, basit evde olsa da ocağı ile çevresindekileri besleyip, büyüten, evleri süsleyen varlık değil mi?
Günümüzde gördüğümüz tarih müzelerinde ipleri büken çarkların, kap kacakların, kalay parçalarının, sepetlerin onların eseri olduğunu aklı başında olan her insan mutlaka bilir sanırım. Ferhat’a dağları deldiren Şirin’in, Bodrum’da eşi için ilk mozoleyi kuran kraliçe Ada’nın, Erzurum’da kocası şehit edilence palasıyla yurdu savunan Nene Hatun’un nasıl bir kadın olduğunu insanımız çoktan öğrendi. Kurtuluş Savaşında cephane taşıyıp, Mustafa Kemal’e ve askerlerine kadınlarımızın canları pahasına destek verdiğini aklı başında insanımız bilir.
Günümüzde kırsal kesimde tarlalarda erkeği ile omuz omuza çalışan, kentlerde ofislerde değişik kurumlarda ve fabrikalarda işler gören, üniversitelerde bilim yapan milyonlarca kadınımız var. Çalıştıkları sahalarda başarılı kadınlarımızın sayıları ise oldukça yüksektir.. Onlara bu olanakları sağlayanın Atatürk olduğunu asla unutmayalım.
3 Mart 1924 tarihinde “Öğretim Birliği” yasası ile kadın ve erkeklerin eşit eğitim görme konusu maddeler halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi Uzun yıllar kadını yok sayan bir toplumun kişilerine her şeyi kabul ettirmek kolay olmadı. 26 Nisan 1926 günü mecliste Medeni Yasa (Yurttaşlar yasası ) ile birden fazla kadınla evlenme yasağı getirildi. Resmi nikâh hakkı, küçük yaşta evlenmenin önlenmesi, boşanmada ve evlenmede eşitlik, mirasta kadın ve erkeğin aynı haklara sahip olması kanunda yer aldı. 03 Nisan 1930’da kadınların belediye kanunu ile seçimlerde aday olma ve seçme hakkı yasaya yazıldı. 26 Ekim 1933 gününe erişildiğinde kadınlar, muhtar olabilme ve seçme hakkını aldı. Böyle haklar verilmesi bitmedi. Fransız kadınından yıllar önce 5 Aralık 1934 tarihinde de kadınlarımıza milletvekili seçme ve seçilme hakkı mecliste konuşularak yasa olarak kabul gördü. Bugün yeterli sayıda olmasa da meclisimizde seçimle gelen kadın vekillerimiz var. Kadınlarımıza bu hakkın tanındığı gün “Kadınlar Bayramı” olmalıdır.
Uygarlık sözü Uygur Türk toplumunun adından gelir. Uygurlarda, Orta Asya Türk Devletlerinde kadının yeri erkekle eşitti. Türkler Müslüman olduktan sonra kadınların sosyal hakları kısıtlandı. Bazı yönetici erkekler kadını mal gibi gördüler. Osmanlı Devletinde 1848 yılına dek beyaz kadın ticareti serbestti. Günümüzde bazı yörelerde hala kadını mal, eşya gibi gören inanç ve düşünce yaygındır. Atatürk’ün dediği gibi kadının, yerde sürüklenmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layık olduğu kavranmalıdır,
Kadının cinselliği değil insanlığı ve becerisi öne çıkarılmalıdır. Bu konuda kadın milletvekillerimize, toplumda okumuş yazmış kadınlarımıza, yetkililere görev düşmektedir. Analarımız da erkek ve kız çocuklarımıza hiç ayırım yapmadan eşit davranmalıdır. İletişim araçlarında tüm insanların eşitliğini sergileyen konferans, bilgi şöleni düzenlenmeli, oyunlar sergilenmelidir. Bu konuya öğretmenlerimizin de aynı derecede dikkat edeceğini umuyorum.
“Bizim toplumumuzda ilim ve fen gerekliyse, aynı derecede hem erkek hem kadınlarımıza kazandırılmalıdır” Uygarlık, kadın erkek el ele gelişecektir.
Cevat YILDIRIM