DENİZ, DENİZ AKDENİZ
13 Eylül 2018, PerşembeTweet |
Cevat YILDIRIM
Hava serindi. Oğlakları arkadaşı Yusuf’a bıraktı. Çiftlik'in yolunu tuttu. Anası günlerdir başını iyice daraltmıştı. – Haydi, Ramazan belle şu azmak kıyısındaki bahçeyi!
Olur, der fakat bir türlü eli ayağı bel küreğine gitmezdi. Dün yine – Oğlum ne zaman belleyeceksin bu toprağı deyince, anasına; -Hemen yarın, dedi. Bahçenin her tarafını aradı, taradı. Kürek bel yoktu. Anasını kırmak istemezdi. Onu çok seviyordu.. Daha önce dayısı ile Aliağa Çiftliği’ne iki kere gitmişti. Serde delikanlılık vardı. Bir koşu Kosta ustaya gider yeni bir bahçe beli alırım diye düşündü. Tahta köprüyü geçti. Hızlıca yürümeye başladı. Güzelhisar altına gelince nefesinin daraldığını hissetti. Kocaçeşme’nin oluğundan akan su ile elini yüzünü yıkadı. Batıya doğru yürüyüşüne devam etti. Aha ne kaldı, şuncacık yer, diye aklından geçirirken arkasından bir ses:
-Uğur ola hemşerim. – Sana da uğur ola. Kır bir beygire binmiş kendinden birkaç yaş büyük bir delikanlıydı selam veren. Tanıştılar, gelen Dercitepeli Kerim’di. O niçin yola düştüğünü anlattı. Evdeki büyükler de ondan tuz istemişlerdi. Biri yaya, biri binek hayvanlı iki yeni yetme delikanlı Haraççı bahçe boğazını geçip tepeye birlikte tırmandılar. Uzunhasanlar köyünden Ramazan mavi denizi görünce biraz rahatladı. Atlı arkadaşından geri kalmamak için adımlarını sıklaştırınca vücudu biraz ıslanmıştı. Aşağıya birlikte indiler. Baltacılar’ın konağının yanına varmadan döneceklerdi. O da ne ki? Her taraf asker kaynıyor. Giysilerine baktılar bizimkilerdi. Bir tabur asker Aliağa Çiftliği’ne girmeden mola vermişti. Asker grubunun yanına tam varmadan durakladılar. Kolunda kırmızı şeritler olan bir asker onların yanına gelip sorguladı. Nereden gelip nereye gittiklerini öğrendi. Gençlere:
-Siz İzmir’in üç gün önce bizim elimize geçtiğini bilmiyorsunuz demek. Yaşınız tutunca siz de asker olacaksınız. Gazi Mustafa Kemal Paşa Karşıyaka’da. Biz sabahtan Yahşelli’den yola çıktık. Dikili’ye doğru gidiyoruz. Orada henüz kaçamamış düşman varmış. İnşallah onları yakalarız. İki gence Aliağa Çiftliği içine giremeyeceklerini uygun dille anlattı. Şimdi bir takım asker evleri teker teker kontrol ediyor. Kaçak asker arıyor. Siz köylerinize dönün bir hafta sonra gelirsiniz. Onlar Türk askerini seyrederken sakalı uzamış bir köylü çıka geldi. Selam verdikten sonra gençlerin yanına sokuldu. Öküzünün düşman tarafından götürüldüğünden şüphe ettiğini söyledi. Onu aramak fikriyle buralara kadar geldiğini söyledi. -Siz sabahtan gelmiş olsaydınız süvarinin düzenli bir biçimde buradan tırısla geçtiğini görürdünüz. O ne muhteşem asker ki her biri dalyan gibi. Atlarının üzerinde dimdik duruşları insanı gururlandırıyor. Aşağıya inmeden bizim imamla birlikte seyrettik yukarıdan. Hoca efendi Rumi takvime göre; “Bugün Ağustos’un son günü” dedi.[1] Aliağa Çiftliğine inen iki genç ve Samurlulu orta yaşlı adam Türk askerini içleri sevinç dolarak izledi. Vatan kurtulmuştu. Yabancı asker ellerindeki hayvanları ve yiyecekleri zorla alamayacaktı. Asker yürüyüşe geçti. Dillerinde bir marş vardı.
“Yaslı gittim şen geldim, aç koynunu ben geldim” diye başlıyordu. Tuzla yoluna yaklaşan askerin sesi ne güzel duyuluyordu. “Deniz deniz Akdeniz/Suları berrak deniz/Karşımda yar ağlıyor/ Gideyim berrak deniz. Gençler köylerine dönmeye karar verdi. Kerim Ramazan’ı atın terkisine bindirdi. Uzunhasanlar köyünün delikanlısı atın üzerinde “Deniz deniz Akdeniz” deyip sesini askerlerin sesine karıştırıyordu. Yüreklerinde sebebini anlayamadıkları bir coşku vardı.
[1] Miladi takvimle Rumi takvim arasında 13 gün vardı. 1917 yılında Miladi takvimle Rumi takvim gün olarak eşitlenmişti. Fakat imam o gün 13 Eylül olduğunu hesaplayamamıştı.