BİR KÖY ÖĞRETMENİNİN ANILARI
9 Kasım 2021, SalıTweet |
Cevat YILDIRIM
Senelerce önce öğretmen olarak Orta Anadolu’da bir köye atandım. Çevrem; kurak, sapsarı uzayıp giden bir bozkırdı. Tarlalar, meralar ufukta dağların dibine uzanıyordu. Tek öğretmendim. Okul yönetimi bana aitti. Okulun temizlik işlerini öğrenciler yapsa da onların baş edemediği işler de bana bakıyordu. Tabii ki yazı işleri de benim elimden çıkıyordu.
Eğitim öğretime başlayalı bir buçuk ay dolmadan okul bahçesinde Cumhuriyet Bayramını kutladık. Köyden yirmi beş, otuz kadar köylü töreni izlemeye geldi. Üçü yaşlı kadın, diğerleri erkekti. Önce ben, Cumhuriyete nasıl ulaştığımızı anlattım. Çocuklar şiirlerini okudu. Muhtar ve yaşlı kişiler çocukları ve beni kutladı. İçlerinden biri komşum Alaaddin amcaydı. Yanıma geldi. “Hocam Saltanat ne, Cumhuriyet ne” diye sordu. Kısaca “Cumhuriyet halkın seçtiği vekiller eliyle ülkeyi yönetmesi, saltanat ise bir kişinin devleti idare etmesi” demektir diye söyledim. “Birkaç gün sonra köy odasında bu konuları konuşalım şimdi öğrencilere Atatürk ve Cumhuriyeti anlatacağım diyerek izin istedim.
O tarihlerde Orta Anadolu’da köylerde kahvehane yoktu. Köy odaları vardı. Bazı odalarda köylüler toplanıp sohbet ederdi. Köylülerin çoğu tahıl ekimi ile uğraşıyordu. Gençler traktörle, atlarla tarlaları sürüyordu. Bazıları mibzer denen araçla tohum atıyordu. Atla arazi sürenler, toprağa tohumu elle saçardı. Ekim, Kasım ayları köylünün ekim yaptığı, tohum attığı günlerdi. On Kasım günü, okulda Atatürk’ü andığımız bir program yaptım. Köyde bir gazi vardı. O gün okula geldi. İstiklal Savaşında düşmanı nasıl denize döktüklerini anlattı. Çocuklar can kulağı ile dinlediler. Teşekkür ederek ellerini öptüm. İki öğrenci ile evine uğurladım.
O akşam yemekten sonra muhtarın odasında toplandık. Köylüler ne konuşacağımı merakla bekliyordu. Önce Kurtuluş Savaşını anlattım. Savaş bitince Mudanya silah bırakılma anlaşması imzalandı. Daha sonra İtilaf Devletleri Lozan’da barış görüşmelerine hem TBMM. Hükümetini, hem Osmanlı Hükümetini çağırdı. Osmanlı Hükümetinin kurtuluşta hiç payı yoktu. Üstelik yabancılarla işbirliği yapmıştı. Büyük Kurtarıcı ve Kuvay-ı Milliyeciler hakkında idam kararı verdiler. Türk Ordusu karşısına ihanet ordusu çıkardılar. Osmanlı hanedanı her nasılsa idareyi ele almış. Altı yüz yıldır Türk Milletinin başına çökmüştü. 20 Nisan 1920’den beri TBMM. Hükümeti her türlü kötülüklere göğüs germiş, düşmanı kovmuş, ülkeyi kurtarmıştı. Tevfik Paşa ve İzzet Paşa gibiler birilerinin tezgâhlamasıyla idareye ortak olmak istiyorlardı. Meclis içinde Rauf Orbay, Refet Bele gibi kişiler de Sultan’ın tarafını tutuyor, “Biz padişah ekmeği yedik. Ona ihanet edemeyiz” diyordu. Mecliste Anayasa, adalet ve din işleri komisyonları Halifelik ve Sultanlığın ayrılamayacağını türlü dillerle anlatıp, işleri zorlaştırıyordu. Mustafa Kemal konuyu çözmek için, önünde bulunan sıranın üstüne çıkarak halifelik ile devlet işlerinin neden ayrılması gerektiğini açıkladıktan sonra bugünkü idarenin halk idaresi olduğunu hatırlattı. Saltanatın memleket idaresinde hakkı olmadığını, bu işin er geç çözüleceğini belirtti. Fakat işi yokuşa süren bazı kafaların kesileceğini söyledi. Komisyon başkanı Hoca Müfit Efendi af dileyerek; - Biz konuyu başka açıdan ele almıştık, dedi. Oylamaya geçildi. Mersin milletvekili Selahattin Bey’in haricinde orada bulunanlar “kabul” oyu verdi. Saltanatın kaldırılması yasası 01 Kasım 1922 günü TBMM, de kabul edildi. Atatürk Devrimleri 1938 yılı sonuna kadar sürdü. Önemli devrimlerin bazıları Ekim ve Kasım aylarında gerçekleşti. Bu aylarda ekildi. Devrimler İyi ekilmiş ki günümüzde de yaşamaktadır.
Kasım Ayındaki diğer devrimleri şu şekilde sıralayabiliriz. a) 01 Kasım 1928 Harf ve yazı devrimi, b) 25 Kasım 1925 Şapka ve kıyafet devrimi, c) 26 Kasım 1934 Lakap ve unvanların kaldırılması, d) 30 Kasım 1925 Tarikatların kaldırılması, Tekke ve zaviyelerin kapatılması.
Yine Kasım ayında köy odasında köylülerle sohbet ettik. Onlara seslendim. Osmanlı Devleti, Selçuklular gibi Arap yazısını kullandı. Orta Asya’daki Türk Devletleri ise Göktürk ve Uygur harfleriyle yazdı. Göktürk alfabesi Kültigin ve Bilge Kağan anıtlarında görülebilir. Vezir Tonyukuk’a ait taş anıt da aynı harflerle yazılmıştı. Arap harfleri Türk Diline uygun değildi. Sesli harfleri yoktu. Okumakta güçlük çekilir. On on beş yıl okula gidip öğrenemeyen kişiler olurdu. Cumhuriyet Dönemi Osmanlı devrinden yüzde dört oranında okur-yazar devraldı. Enver Paşa ikinci Meşrutiyetten sonra yazı devrimi yapmak istese de savaş başladığı için vazgeçti dedim. Orta yaşlılardan biri söz aldı. “Ben okumayı asker ocağında öğrendim” Acele etmezseniz açıklayacağımı söyledim.
- Atatürk daha Erzurum Kongresi sırasında harfleri değiştirmeyi kafasına koymuştu. Zamanı gelince uygulanacaktı. Hemen yazı işine girişmedi. Anayasada laiklik temelini attı. Osmanlının yüksek tabakası Enderun’da okuyordu. Halk onların yazdıklarını anlamıyordu. Yunus ve Köroğlu hikâyeleri sözlü olarak halk tarafından biliniyordu. Osmanlı yazarları ile halk arasında adeta bir uçurum vardı. Atatürk yeni Türk alfabesini tüm halkın öğrenmesini istese de aydınlar bunun hemen yapılmasının olanak dışı olduğunu söylüyordu. Atatürk bir alfabe komisyonu kurdu. Bir gün Sarayburnu parkına gitti. Hüzünlü bir müzik yapılıyordu. Bir müddet sabretti. Sonra Falih Rıfkı’yı yanına çağırdı. Bir defter bulunmasını istedi. Defter yapraklarına bir şeyler karalayıp, yaprakları yırtıp yanına koydu. Önce iyi Türkçe bilen genç bir adamı çağırdı. Okumasını istedi. Genç okuyamadı. Çünkü adam bu harfleri tanımıyordu. Falih Rıfkı Bey’den bunları okumasını istedi. Harfler Latin yazısıydı. “Halkın yüzde yirmisi okuma bilir, yüzde sekseni bilmezse bundan üzüntü duymak gerekir” dedi. “Türk Halkı yazısı ve düşüncesi ile gerçek yerinin uygarlık dünyasında olduğunu ispat edecektir”. Atatürk daha sonra Dolmabahçe Sarayında bilginler, yazarlar, gazeteci ve mebuslara (milletvekili) bu iş ya üç ay içinde ya olur ya hiç olmaz. Başbakan İsmet Paşa’nın ilk fikri bu işin kısa zamanda olamayacağı, devlet işlerinde karışıklık yaratacağı idi.
Milletvekilleri seçim bölgelerine gönderildi. Amaç yeni harfler hakkında gerekli düzenlemeyi yapmaktı. 01 Kasım 1928 tarihinde TBMM, de Yeni Türk alfabesi kabul edildi. Mili Eğitim Bakanı Mustafa Necati “Millet Mektepleri Tüzüğünü” hazırladı. 1929’da bir yıl içinde bu kurslardan bir milyon kişi okur-yazarlık diploması aldı.