ALTMIŞ YIL ÖNCESİNDE OLAĞAN BİR GÜN
8 Ocak 2022, CumartesiTweet |
Cevat YILDIRIM
Güzelhisar 1320 yılndan 1864 yılına dek bir kaza merkeziydi. Kasabayı bir kadı yönetirdi. Kadı, idarenin, yargının, ekonominin, sosyal yaşamın sorumlusuydu. Kendisine naip, subaşı, kethüda, yeniçeri subayı gibi görevliler yardım ederdi. Anlattığım idare 1864 yılında sona erdi. Güzelhisar o tarihten 1879 yılına dek Karaca Foça’ya bağlı bir nahiye oldu. 1879 yılından sonra da Menemen ilçesinin bir köyü olarak coğrafyada yer aldı.
Günümüzde Güzelhisar, Aliağa ilçesinin bir mahallesi sayıldı. Bu birimde acaba eskiden hayat nasıldı? Halkın çoğunluğu tütün tarımı ile uğraşırdı. Tabii ki kavun karpuz, susam, sebze ekimi olsa da her ailenin yaptığı işler değildi. Tütünün yapraklarında mahalli olarak “zifir” adı verilen bir katran çıkardı. Bu madde giyeceklere ve ellere yapışırdı. Giysileri yıkamak için bu dönemde olduğu gibi çamaşır makineleri bulunmazdı. Köyün içinde çamaşırhane, hamam, suyu güzel olan çeşme ve kaynak yoktu. Yapılan işler nedeniyle kireci az olan veya hiç kireç barındırmayan su olan yerlere gitmek gerekirdi. Bunlar da köy dışındaydı. Çamlıkta bulunan Recep kuyusu, Damlaca, Ümmiye deresi denilen yerlere gidilirdi. Damlaca yerinin yolu kötüydü. Eşekler küfelere doldurulan çamaşırları taşır, fakat kayalık yoldan zor inerdi. Ben hayvanı yularından çekerken, babam küfeleri tutar eşeğin sağlıkla aşağıya inmesine yardım ederdi. Ovadan köye çıkamayanlar, çay ve derelerde çamaşırlarını yıkardı.
On yaşlarındaydım. Eşeğimize içleri çamaşır dolu küfeleri yükledik. En üste de su ısıttığımız kazanı urgan (kalın ip) ile sıkıca bağladık. Bir müddet düz yoldan gittik. Damlaca adı verdiğimiz yer bir derenin içinde ve kayaların altındaydı. Yukarılardan gelen su kayalık içinden damlayıp aşağıdaki havuza akardı. Senelerce sonra bu güzel havuzu defineciler altın arama bahanesiyle bozmuşlardı. Tarih olan bu havuza kim para koyacaktı. Köylüde para olsaydı buraya rahat inilir bir yol yaptırırdı. Küfeler üzerindeki kazanın kulpları aşağı inerken kazana çarpıp değişik bir ses çıkarırdı. Dalmışım kazandan gelen sesin temposuna uyup, karşılardaki çam ağaçlarının ulu görünümüne bakarak yürürken yuvarlak bir taşın üstüne basmışım. Sendeledim, çabuk toparlandım. Dereye yuvarlanmama ramak kaldı. Eşeği çekerek, dikkat ederek nihayet havuzun beş-on metre yakına indik.
Küfeleri hayvanın semerinden aşağı aldık. Annem zorlansa da aşağı inmişti. Babam eski ocakların birisinin külünü ve odun kalıntılarını temizledi. Çalı çırpı ve orada bulunan birkaç odunla ateşi tutuşturdu. Kazanı üstüne oturttuk. Ben havuzdan bir kova su çekip, kazanın içine attım. Su çekmeyi sürdürürken annem elimden kovayı alıp kazanı doldurdu. Ateş iyice yanınca dereden aşağıya babamla odun toplamaya gittik. Derenin suyu az olan bir yerden geçerken derenin üst kısmından köpeğe benzer bir hayvan çıkıp önümüze durmaz mı? O derede yaşayan bir porsukmuş. Sanki bize siz nereden geldiz der gibi ayağa kalktı. Babam suya vurarak hayvancağızı kaçırdı. Yüksek çamların dibinde kırılmış kuru dalların birini babam tahra ile seksen santim uzunluğunda bölerken, ben de bir sepetin içine yerde dağılmış kozalaklardan topladım. Babam kestiği kuru odunları iple bağlayıp, omuzuna aldı. Ben de sepeti koluma takıp yola koyulduk. Babam ocağa getirdiğimiz odunlardan birkaç tane koyarak ateşi canlandırdı. Çamların uğultusu, üzerlerindeki kuş sesleri, derenin şırıltısı hepsi birden bize çok sesli senfoni gibi geldi
. Biraz sonra İbrahim amcalar ve oğlu Şahin de geldi. Onlar da babamın yaptığı gibi taşlarla yeni bir ocak kurdular. Babası Şahin’i odun toplamaya götürmedi. Dereden yabani incir ağaçlarından birer sopa kestik. Sonra çakılarımızla çaprazvarı yol açarak incir dalının bir kısmından soymuk çıkardık. Annem görmeden sopaları ateşin içine soktuk. Beyaz olan kısımlar ateşin isiyle karardı. Daha sonra kalan kabukları da soyunca birer motifli sopamız oldu. Bu sopaları at yaparak çevrede dolaştık. Annem seslenip benden kelteri (küçük küfe) getirmemi istedi. Koşup ilettim. Önce sabundan geçen beyaz çamaşırları kelterin içine yerleştirdi. Çarşafı gergin tuttum. Annem de üzerine temiz meşe külü koydu. Üstüne de kova ile sıcak su döktü. O yıllarda deterjan yoktu. Ya da biz bilmiyor ve alamıyorduk. Bu işlemde küllü su çamaşırları beyaz kar gibi yaptığını gördüm. Bunun adına mahalli olarak boğata denirmiş. Şahin’in annesi annemin işi bitince bizim kelteri istedi.
Öğleyin köyden getirilen bulgur pilavı ve marul salatasına kaşık salladık. Ne kadar lezzetliydi. Komşular da fava ve sıcak ekmek getirmişler. Biz onlara pilav verdik, onlar da sıcak köy ekmeği ve bir tadımlık fava verdiler. Ben yemekten kalkınca kazanın suyu soğumasın diye birkaç odun alıp kazanın altına atıverdim. Şahin ile oyuna başlamadan önce onun babası cebinden eski bir gazete çıkardı. Okumadan babama verdi. Büyük yazıyla şeker, kahve yine zamlandı diye yazıyordu.. Babama zam ne demek diye sordum. “Aldığımız metaların fiyatının artması” dedi. Şu günlerde zam yerine fiyat ayarlaması deseler de aynı kapıya çıkmaz mı?
Çamaşır yıkanması bitti. Annem kuru çamaşırlarla yaşları ayırıp küfelere yerleştirdi.. Kazanı alıp ateşi söndürdük.. Annem kazanın karasını külle ovalayıp temizledi. Eşeğimize sabah geldiğimiz gibi küfeleri yükleyip köy yolunu tuttuk. Annem yaş çamaşırları tele mandallayıp astı. Gün akşam oldu. Karanlık bastı.
Çocukluluğumda bir günü anlatırken günümüzde marketlerde fiyatların yükseldiğini görünce aklımdan neler geçmedi ki. Acaba tekrar küllü su ile mi çamaşırları ağartsak? Hani babam, hani annem? Biz dede olduk. Neler değişti o günlerden bu günlere siz deyiverin. Siz doğruyu söylerseniz belki sevinirim.
NOT: Bu yazımın bir benzeri “Güzelhisar- Aliağa Çevresiyle Birlikte” kitabımın birinci baskısı sayfa 294’de, Üçüncü baskının 337.inci sayfasında var. Meraklı olanlar bu kitapta öykü gibi birçok yaşantı bulabilir. Sağlıklı yıllar.