GİT GEMİ DEMİR ATMA BU LİMANA (2 )
28 Aralık 2016, ÇarşambaTweet |
Cevat YILDIRIM
Yusuf, kardeşi ve dedesi yanında ağıla doğru gittiler. Dede kısraktan inince böğürtlenlerin arkasına gitti. Cesedi çevirdi.
—Vurduğun kim biliyor musun? Yusuf omuzlarını silkti.
—Yerde yatan ünlü Bulgar eşkıya Hiristo. Onu bir kez düze inince görmüştüm. Sonra tekrar dağa çıktı. Hem Türklere eziyet ediyor, hem de Yunan çeteleri ile boğuştuğunu duymuştum. Yunus ve Yusuf’a beni beygire bindirin ben eve gideyim. Gece olunca bu cesedi yok edin. Şimdi ot ve dallarla örtün. Göle mi bırakırsınız, buralarda toprağın içine mi koyarsınız bilemem. Gölün derin yerine sallarsanız daha kolay olur. Salih Ağa torunlarına güveniyordu.
Önce dal ve yapraklarla eşkıyanın cesedini örttüler.
Gece olmuştu. Ortalık zifiri karanlıktı. Sanırım tahta el arabası ile göle kadar iki kardeş birlikte gitti. Etrafta kimseler yoktu. Çuvalın içine koyulan ağırlık eşkıyanın cismini gölün çamurlu sularına doğru çekti.
Koyunlar o an hırsızdan eşkıyadan kurtulmuştu. Eşkıyanın akrabaları vuranı arayacaktı. Onlar bulamazsa Yunan jandarmasına haber verebilirlerdi. Jandarma kasabaya gelir, sorgu suale başlardı. Şimdilik gören yoktu. Fakat ya göl kabul ettiği ölüyü, dışarı atarsa, birileri de ihbar ederse, arama tarama olasıydı. Dede ölen oğlunun yadigârı torunlarının ve gelininin oturduğu eve geldi. Düşünüp çare aranacaktı.
Yirminci yüzyılın başlarında Balkanlarda asayiş tamamen bozulmuştu. Evlere girilip, kıymetli eşyalar ve kızların çeyizleri sandıklardan alınıp, zorla götürülürdü. Yalnız eşyalar ve mal değil, güzel ve kimsesiz kadınlar sürüklenip dağa kaldırılırdı. Bazı varlıklı Türklere pusu kurulup, atı ve parası alınırdı. Balkan savaşından sonra baskılar iyice arttı. Yunan jandarması Rum çetelerin soygunlarının üzerini örterdi. Bulgar çeteleri ise yakınlarına güvenirdi. Türkler I.Dünya Savaşında yenilince Balkanlardaki soydaşlarımız kendi derdine düştü. Ancak insaflı dost Rumlar da vardı. Büyük Savaştan yaralı ve hasta dönenler oturdukları topraklarda perişan durumdaydı. Onlara sahip çıkan çok az kişi vardı.
O gece dedesi torunu Yusuf’u Drama’daki askerlik arkadaşı Hüseyin Ağa’nın yanına göndermeye karar verdi. Eline de bir mektup sıkıştırdı. Etrafa da peynir satmak için toptancılarla konuşmaya gitti haberi yayıldı. Sabah ola hayrola! Yusuf’un zihninde Debreli Hasan’ın kızanlarına kapılanmak vardı. Önce atla yola çıktı. Hayvanı komşu köyde Kenan Ağa’ya bırakacaktı. Yurdundan uzak olduğu için türkülerini yüksek sesle söylemese de dilinde şu şekilde bir ezgi vardı.
“ Mezar taşlarını koyun mu sandın,
Adam öldürmeyi oyun mu sandın,
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin.
Drama mahpusunda Hasan, Karakedi dinlesin”
Üç gün sonra Drama’da idi. Salih Dede’nin asker arkadaşında üç gün misafir kaldı. Pravişte kasabasında kuzeni vardı. Pırnar dağına çıkıp eşkıya olmak ona çekici geliyordu. Kuzenini zorladı. Mehmet.
—Sen aklını peynir ekmekle mi yedin? At kendini İstanbul’a, mutlaka bir iş bulursun. Dağların kışı var, yazı var, zaptiyesi, rakip çetesi var. Geç bunları. Bu kasabada da beş gün kaldıktan sonra Drama’ya geri geldi.
Hüseyin Ağa, kaçın kurasıydı. Onu dağlara gönderip, kurda kuşa yem etmeyecekti. Delikanlıya, İstanbul’un büyüklüğünden güzelliğinden söz etti. Limanda bir İtalyan gemisi bekliyordu. Rauf Bey’in Mondros’a gittiği günlerde İstanbul’a vardı. İstanbul’da hüzün kol geziyordu. İngiliz zırhlıları, güzel boğazı kirletiyordu. Bir gün bir handa kalıp dinlendi. Hüseyin Ağa’nın verdiği adresle Cibali Tekel Fabrikasında iş buldu. Fabrikada iki yıl çalıştı. Gazetelerden Mustafa Kemal Paşa’yı takip ediyordu. 1920 yılının Nisan ayında Ankara’ya geçti. Asker yazıldı. Sakarya Savaşına katıldı. Langaza’da Salih Dede hakkın rahmetine kavuşmuştu. Yunus ile devamlı haberleşiyordu.
Büyük Taarruz’da süvari onbaşısıydı. İzmir’e girmeyi düşlüyordu. Altıntaş yakınlarında atılan bir top mermisi ile yaralandı. Yunus’a hemen mektup yazamadı.. Savaş bitti. Ordu İzmir’e girdi. Yusuf İzmir’e ulaştı mı bilinmiyor. Derken mübadele geldi. Yunus koyunlarından ve köpeğinden bir türlü ayrılamıyordu. 1924 yılı Mayıs ayı sonlarında Ege Denizi kıyısında Kavala limanına Akdeniz adlı bir gemi yanaştı. Yunus annesi, kız kardeşi ve küçükbaş ve büyükbaş hayvanları ile İzmir Limanına çıktı. Bu öyküyü Yunus adlı bir kişinin yazdığı söylenir. Yıllar sonra Aliağa’da Dönmez kardeşlerin un değirmeninde çalışan Mümin adlı bir adam defteri bana verdi. Ben de size aktardım. Eksiği fazlası varsa af ola.
Mümin Ağa’yı tanıyanlardan Selim adlı genç bir gün elime Osmanlı yazısıyla kaleme alınmış “Tasfiye Talepnamesi” yazılı bir belge tutuşturdu. Acaba yukarıda anlatılan öyküyü Mümin oğlu Yunus mu yazdı, bilemiyoruz. Fakat size kısaca bu belgeyi özetleyeyim.(**)
Aliağa’ya gelen mübadil Mümin oğlu Yunus’a ait “Tasfiye Talepnamesi” beş sayfadır. Birinci sayfada kimlik bilgileri, ikinci sayfada Yunanistan’da bıraktığı taşınmaz malların dökümü yapılmış, ev, ağıl, arazi tek tek belirtilmiş, tamamı 72 dönümdür. Üçüncü sayfada terk edilen malların altın olarak değeri gösterilmiş. Dördüncü sayfada Türkiye’ye gelirken aynı gemide getirdiği 150 koyun ve 9 inek de yazılmış. Karşılarında taşıma ücretleri de işlenmiştir. Beşinci sayfada beraberindeki nüfus gösterilmiştir.
(*) Langaza, 1897 yılında kaza olmuş, Selanik vilayetine bağlı bir yerleşim birimidir. O tarihlerde 409 hane ve 1716 nüfusa sahipti. Üzüm bağları ve hayvancılık en önemli geçim kaynağı idi. Osmanlı Devleti döneminde, bir mescit, bir camii, bir medrese, dört adet ilkokul, bir medrese, bir kilise vardı. Ayrıca kazada 164 dükkân, 14 han, bir un fabrikası ve bir üzüm evi bulunmaktaydı. Kaplıcalarına tüm Makedonya’dan müşteri ge lirdi. 30 Ocak 1923 tarihli mübadele protokolünden sonra, Müslüman ahali Ege Bölgesine göç ettirilmiştir. Buradan birkaç aile de Aliağa Çiftliği’ne (İzmir- Aliağa ilçesi) yerleşmiştir.
(**) Tasfiye Talepnamesi hakkında daha fazla açıklama isteyen focafoca.com sitesinde Cevat Yıldırım’ın ”Bir fırtına tuttu bizi “ yazısını okuyabilir.